Türkiye başkanlık referandumuna giderken bir kere daha
geriliyor.
Modernleşme tarihimizin bize sağladığı bazı özellikler bir kere
daha bu referandum öncesinde siyasal kültürümüzün temel tepkileri
olarak kendisini gösteriyor.
Siyasal kültürümüz merkez-çevre ekseninde oluştu. Merkez, elitler
ve bürokrasidir.
Çevre halktır, kitlelerdir.
Türkiye'de 'merkez sol' olduğunu söyleyen kesim merkezle ve
elitlerle, 'merkez sağ' olduğunu söyleyen kanat da halkla ve
kitlelerle bütünleşti. Merkez sağı DP- AP- ANAPAKP oluşturdu.
Merkez sol (!) CHP tarafından temsil edildi.
Merkez sağ farklı partilerle gelişti. Merkez sol tek partinin kendi
iç dönüşümleriyle devam etti.
Merkez sağ kendisini yenileme ve farklılaştırma imkânı buldu. Çağı
daha yakından izleyebildi. Her dönemde toplumdaki 'güncel ilerici'
hamlelerin sahibi oldu. Buna karşılık merkez sol sadece bir kez
'tarihsel ilerici' rolü oynadı. Bir de 1972- 1977 arasında merkez
sağın temel tepkilerini gösterdi, askeri vesayete karşı çıktı.
Halktan büyük destek aldı. Onun dışında daima bürokratik ve askeri
vesayetle bütünleşti.
Kabulü, hazmı gene belli çevreler bakımından zor olan bu gerçeği
Türk Siyasetinin Yapısal Analizi isimli kitabımın birinci cildinde
kuramsal olarak, Kavramlar, Kuramlar, Kurumlar bağlamında
gösterdim. İkinci cildinde de 'pratik' olarak nasıl işlediğini
1920-1960 arasında ele aldım.
***
Tüm bu analizlerden bir tek sonuç çıkıyor. Türkiye haddinden fazla
kutuplaşan, haddinden fazla gergin ve nihayet çatışmacı bir
toplum.
Şu yukarıda verdiğim nedenler bir açıklama getiriyorsa da gerçeği
berrak bir şekilde sergilemiyor. O gerçek tek kelimede gizlidir:
demokrasi!
Türkiye demokrasiye bir süreç olarak geçmedi. Onu hep kesintilerle
yaşadı. Size ilginç bir şey söyleyeyim. Hep İnönü'nün 1950'de,
haydi 1946'da demokrasiye/çok partili rejime 'geçtiği', bunu
'başlattığı' belirtilir. Öyle öğretilir.
Hayır, bu yanlıştır. CHP, 1946/50'de, 1924/25'te kendi eliyle
kestiği, 1908'den beri süren çok partili hayata dönmüştür.