Batı bilincinin gerçekle olan
sorunu 1980'lerde başladı. Post
modernlik esasen bir bilgi ve gerçek problemi olarak
belirdi. Lyotard'ın meşhur kitabının adı tam da
buydu: Post Modern Durum:
Bilgi Üstüne Bir Rapor.
Bu düşünce daha sonra gerçeğini Baudrillard'ın
'simülasyon/simulacra' kavramlarında
buldu. Simülasyon bal gibi 'taklit' demek. Baudrillard,
taklit, artık antik Yunanlardan beri devam eden
anlamını yitirdi, onlar doğayı taklit ediyordu,
biz yapılmış, üretilmiş nesneleri taklit ediyoruz
dedi. Yani, gerçeğin kaynağından koptuk...
Bütün bunlar modern bilginin ve gerçeğin hegemonik
anlayışına karşı çıkmakmaksadını güden
yaklaşımlardı. Pozitivist/ Aydınlanmacı bilginin ve
zihnin ürettiği 'gerçek' bütün gelenek ve
görenekten uzak, tek ve ebedi gerçek olarak
sunuluyordu(:'hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir').
Post modern düşünce açtığı gedikte farklı bilme
biçimlerinin ve o kanaldan gelişmiş gerçeğin gerçekliğini
savunuyordu.
Özellikle Yapısalcılık Sonrası düşünce indirgemeci,
özcü,
hegemonikAydınlanmacı düşünceyi, iktidar aracılığıyla, onun hâkim
söylemi içinde üretilmiş bilgiyi eleştirdi.
Daha doğrusu iktidarın
nelere muktedir olduğunu, bilgiden bedene, bilinç
dışındansöyleme kadar nasıl her alanı tuttuğunu gösterdi.
Gerçeğin yeniden üretilmesininyolunun bu yapıyı çözmekten geçtiğini
kanıtladı.
(Yanlış
biçimde anarşizmle ilişkilendirilen post-anarşizm deyimi
bu yeni düşüncesistemlerinin tamamını dile getirir,
kabaca.) Yeni teknolojiler ve sanallık bu oyuğu
büyüttü. Sanallığın olduğu yerde nasıl
bir gerçek olabilirdi ki? İşte bizi
bugün gerçeksonrası döneme iten, taşıyan ana halka budur:
sanallığın mevcut ve hâkim olduğu yerdeki gerçeklik.