Cumhuriyet halk demektir. Dünyanın bütün dillerinde böyledir.
'Res publica' halk anlamına gelir. Bizim 1923'te kurulan Birinci
Cumhuriyetimiz büyük, görkemli ve muhteşem bir adım attı. Kim ne
derse desin, Tanrısal ve göksel olan egemenliği o bulunduğu yerden
alıp millete verdi. Bu tabii ki devrimci ve tarihi bir
hamleydi.
Dikkatinizi çekeyim ve hiçbir zorlamaya, spekülasyona pey
vermeksizin belirteyim, egemenlik millete verilmişti.
Millet, ister ırsi, ister kültürel olsun tek etnik grubun
oluşturduğu homojen kitleydi. Dolayısıyla egemenlik çok daha
heterojen, karmaşık, çeşitliliğe dayanan halkın değildi. Hatta çok
milletli (bunu ırsi manada kullanıyorum, Osmanlının 'millet'
dediğinde anladığı dini manada değil) imparatorluğun bu mirası da o
bağlamda reddediliyordu.
Doğal. Mustafa Kemal Paşa bu işlerin, evet, tek banisiydi. Onunla
beraber Cumhuriyet fikrine sahip olanlar yoktu yakın çevresinde.
Hatta cumhuriyet düşüncesinin ne kadar 'muzır' bulunduğu Kazım
Karabekir'le ilk anayasa metni üstüne sürdürdükleri yazışmalardan
bellidir.
Mustafa Kemal bir 19. Yüzyıl askeriydi. Çevresindeki Pozitivist
düşünürlerden insanlığın ilerlemeci özelliğini, dünyanın gene
dünyanın bilgisiyle açıklanabileceğini öğrenmişti.
Cumhuriyet, laikliği, şu belirttiğim Tanrı-insan çelişkisi
etrafında çözümleyen ana imkandı Mustafa Kemal'e göre. Ama aynı
zamanda bir elit yönetimiydi. Çünkü, Pozitivizm, 'aydınların' yani
dinden arınarak dünyayı dünya bilgisiyle açıklayan 'aydınlanmış'
insanların otoriterliğini bir ilke olarak onlara belletmişti.
Doğallıkla Cumhuriyeti elitler kurdu. Elitler, ordubürokrasi-
aydınlardan oluşan bloktu. Cumhuriyetin ilkelerini yöntemini ve
yönetimini bu blok sağladı.