Siz İtalya’da Petrarca’yı, Dante’yi reddeden insan düşünebilir misiniz? İngilizler olacak da Chaucher’ı, Shakespeare’i, Milton’u yok sayacak? Kendilerine âşık Fransızların o Cornelle’lerine, Racin’lerine hiç girmeyel
Bizdeki durum ise tam bir inkar ve reddir. Divan edebiyatı
yerden yere vurulmuştur, üstüne gülünen, küçümsenen, aşağılanan bir
edebiyattır. Klasik saray müziği aynı kaderi yaşamıştır.
Kültür Bakanı Nabi Avcı Hoca'nın yönettiği bir panele katıldım.
Güzel geçti. Ben, Artun Ünsal, Beşir Ayvazoğlu, Haluk Dursun
hocalar ve Elif Dağdeviren konuştuk. İki önemli husus gözüme
çarptı.
Birincisi, çağdaş/güncel sanat alanından hayli kopuğuz. Doğrudur,
Türkiye'de önemli, güçlü bir yer tutuyor, ciddi sıçramalar
gerçekleştiriyor, yeni kuşakların yetenek birikimini kendisine
çekiyor, uluslararası planda gözle görünür bir yere sahip, fuarlar
ve bienaller gerçekten evrensel düzeyde ama resmi makamlar veya
resmi bilinç veya genel algı düzeyinde bu işe belki kapalı değiliz
ama uzağız. Konuyu açıp anlattığınızda biraz tedirginlikle olsa da
insanlar ve kurumlar merakla, ilgiyle konuya eğiliyor. İşin bu
yanını daha fazla geliştirmek gerek.
İkincisi, gelen bir soru üstüne her zaman çok önemsediğim, son
zamanlarda yeniden aklımda gezdirdiğim bir konuyu gündeme getirme
imkanı buldum. Kısa oldu ama bence kültür hayatımızı en fazla
etkileyen meseledir ve şudur: Dünyanın her yerinde okullarda,
eğitim kurumlarında öğrencilere, gelecek kuşaklara 'yüksek kültür'
öğretilir. Bir ulusun, evet, ümmet döneminde, sarayda yükselttiği
ve biçimlendirdiği, en olgun haline getirdiği kültürdür bu. Modern
kültür daima bu çekirdeğin daha sonra gelen sınıflar tarafından
dönüştürülmesiyle ortaya çıkar. O da daha ziyade ulusal kültürdür.
O kültürü öğrenmek ve içselleştirmek zordur. Emek, eğitim ve çaba
ister.