16 Nisan yaklaşıyor. Birkaç gün sonra sandıktan çıkacak
sonuç elbette çok tartışılacak.
Hatta bu kampanya döneminin önemli eksiklerinden biri, bazı
kişilerin gayreti dışında, yapılacak
değişikliğin siyasal kuram ve anayasa
kuramı açısından yeterince tartışılmamasıydı.
Ne yapalım, bizde mahalle kahvesi tartışmaları, köy meydanı
çekişmeleri kuramsal analizlerin önünde yer alıyor her zaman.
Oysa sandıktan 'evet' çıkması halinde Türkiye'de gerçekten de
önemli bir değişiklik olacak.
Tanzimat'tan, 1839'dan beri devam eden bir sistem ve 'süreç', sürüp
giden hal, bütün o Meşruiyet ve Cumhuriyet dönemleri yeni
bir devreye girecek.
Bu tam manasıyla bir kopuş mudur yoksa
bir süreklilik midir sorusu kendi içinde dikkatle tahlil
edilmeyi gerektiriyor.
Parlamenter sistemden Başkanlık sistemine geçiş
küçümsenecek bir değişiklik değil.
Tersine, ciddi bir adım.
Bu tartışmanın daha 2007'de yapılması
gerekirdi. Cumhurbaşkanını halkın seçeceği karar altına
alınırken atılan adımın bir devamının olacağını o zaman görmek ve
bilmek gerekirdi. Kukla tiyatrosu oynatılmıyordu.
Bir iş gerçekleştikten sonra hiç gerçekleşmemiş gibi davranmanın da
anlamı yoktu ve yok. Halk, Cumhurbaşkanını seçecek ve her şey o
kadarla sınırlı kalacak diye düşünmek de safdillikten başka bir şey
değildi.
İktidar kullanan halk o iktidarını gideceği en son noktaya
kadar taşımak isteyecektir.
Belki şaşırtıcı gelecek ama Abbe Sieyes'in 'kurucu
iktidar' ('pouvoir constituant) ile 'kurulmuş iktidar'
('pouvoir constitue') arasındaki ilişki hem bu
durumu açıklıyordu hem de bu işin
bir kopuş değil bir süreklilik olduğunu
belirtiyordu.
Sieyes, kurucu iktidarın kurulmuş, önceden mevcut,
iktidarı kudretiyle etkileyen, biçimlendiren iktidar olduğunu
söylüyordu.