Basına yansıyan haberlerden öğrendik ki, Cumhurbaşkanı
Erdoğan devreye girdi ve 'tecavüz yasası' konusunda
hükümetin eleştirileri dikkate alması gerektiğini söyledi. Bunun
üstüne tasarı Komisyon'a geri çekildi.
Bu sevinmek ve üzülmek gereken bir durum.
Erdoğan'ın devreye girip müdahale etmesi
yasanın makul bir çizgide değişeceğine bir
işaret. Sevindirici.
Ama bu gelişmenin Cumhurbaşkanının bizzat devreye girmesiyle
sağlanması üzücü.
Hükümet, toplum bütün kanatlarıyla ayağa kalkmışken
bu girişimi kendi başına yapamıyor mu,
mutlaka Erdoğan'ın politik dikkatine mi ihtiyaç
duyuyor?
Aslına bakılırsa bugüne değin benzeri işlerde de hep böyle olduğunu
düşünmek, görmek, söylemek gerek. Erdoğan'ın
tepkisi, kararı, hamlesi belirleyici oluyor.
Bunda şaşacak bir şey yok. Neticede Erdoğan hareketin lideri,
kendisine bağlanmış bir parti ve taban var. Kitlesi onun gözünün
içine, ağzından çıkacak sözcüklere bakıyor.
O yönde karar alıyor.
Başbakan Yıldırım bu doğrultuda çok iyi bir oyun kurucu. İyi
bir arabuluculuk yaptığı ortada. Daha diyaloğa açık bir
pozisyon yaratıyor.
Buradaki kritik sözcük, 'diyalog'.
Yeniden bu kavramın önemi üstünde durmayacağım.
Hâlâ öğrenemediysek öğrenemedik.
Ayrıca ben bu tür konularda daha 'determinist' bir noktada
bulunuyorum.
Yani, olan olabilecek olandır diyorum.
Olsaydı şöyle olurdu muhakemesine siyasette de hayatta da yer
olmadığı kanısındayım. Bu kesin bir gerçektir. Dolayısıyla eğer
bir diyalog sorunu yaşanıyorsa bu 'öyle
olmasıgerektiğine inanıldığı' içindir. Analizcilere düşen de bu
durumu yorumlamaktır. Çünkü siyasal analiz sonradan (a
posteriori) yapılır.
Eğer siyasette diyalog yoksa bu, belki kötü, belki sorunlu ama bir
veridir!
Buradan hareketle başka bir noktaya geleceğim: hangi konu olursa olsun iktidar, tabanı, kitlesi, koyu, katı, ödünsüz bir savunma içinde. Müthiş bir içe kapanma gösteriyor. Herhangi bir eleştiriyi kabul ederse bütün zeminin ayakları altından kayacağını, her şeyin boşa çıkacağını, tüm cepheleri yitireceğini sanıyor.