Türkiye'de son zamanlarda cereyan eden siyaset tartışmalarını kıyısından köşesindenizliyorum. Hepsine bakacak halim yok. Hele televizyon tartışmaları hiç ilgim dairesinde değil. O programları izleyenlere kolaylıklar değil de, iyi eğlenceler dilerim.
Bir ülkenin bunca önemli meselesi tartışılırken nasıl böyle bir anlayış, yöntem ve uygulama içinde bulunur televizyonlar aklım almıyor.
Ama ne yapalım, burası herkesin her konuda bildiği gibi konuştuğu bir ülke.
Asıl başka bir noktaya, siyasal muhalefete geleceğim.
Bazı çevrelerden muhalefet hakkında yazılan yazılara gelen eleştirileri biliyorum. Muhalefeti eleştirmenin, iktidar dururken, anlamlı olmadığı vurgulanıyor.
Önce onlara bir cevap vereyim ve muhalefeti eleştirmenin kipleri olduğunu belirteyim. Muhalefeti, en azından kendi payıma, siyasallaşamadığı, siyasal etkinlik gösteremediğiiçin eleştiriyorum. Yani, siyaset yapıyorum muhalefeti söz konusu ederken. Yani, yönetim eleştirisi getiriyorum.
Böyle düşünürken geçen gün ve bu halin sorumlusu nedir derken eski bir fikrimin içimdeyeniden şekillendiğini gördüm: Marksist eleştiri yoksunluğu!
Marksizm, bizzat bazı eski solcuların, Marksistlerin onu 'mahkûm eden' tavrından sonra büsbütün ortadan el ayak çekmiş durumda.
Marksist bir eleştirinin geçerli, anlamlı, etkili, etkin olacağına kimse inanmıyor.
Varsın inanmasın. Gerçek benim söylediğimdir.
Siyaset olarak Marksizmi tartışabiliriz.
Elbette şimdi 100. yılına eriştiğimiz Ekim Devrimi'nden sonraki uygulamaların iç yüzüiyice anlaşıldığından hâlâ siyaset olarak, siyasal sistem olarak Marksizm adı altındaki osakat ve bürokratik yapıdan yana olmanın imkânı yok. (Kendi payıma, hiç olmadı!) Fakat bu, yöntem, yaklaşım, bilinç ve nihayet terminoloji olarak Marksizmi dışlamak anlamına gelmez.