Kaderin şaşırtıcı oyunlarından biri olarak, o meşum gece tarihçi
dostum Şükrü Hanioğlu'yla yemek yiyorduk Arnavutköy'de ve
Türkiye'deki darbelerden, siyasetten konuşuyorduk.
Herkes gibi biz de haberi şöyle veya böyle aldık ve yollara düştük.
Bizimki halkın içine karışmak ve Kuştepe- Mecidiyeköy-Şişli
taraflarında sokakta kalmak şeklinde oldu. İki kere gazeteye ulaşma
girişimim yolların kapatılmış olması ve köprü trafikleri nedeniyle
akamete uğradı. Ertesi sabah kurt kuş yuvasından çıkmazken silah
namlusunda görev yapan NTV'ye ve CNN'e gittim ve görüşlerimi
açıkladım.
Beni çarpan bir darbe girişiminde daha bulunulması değildi.
Geleneği bu yönde gelişmiş, asker ve bürokrasi üstünden
modernleşmiş bir toplumda ordu kendisini çok yakın zamana kadar
devletin ve ideolojisinin (Kemalist-laisist ideoloji) sahibi saymış
ve defalarca darbe yapmıştı. Her darbenin demokrasi adına
yapılmasındaki ironiyi bir tarafa bırakalım. Darbe bu ülkede bir
gelenekti ve ben de yakın çevreme bunun bir kere daha deneneceğini
2016 başından beri söyleyip duruyordum.
Elimde ne bir belge vardı ne de bir bilgi. Ama siyasal tarihi bilip
etrafını da insan biraz dikkatle gözlemleyince bu tür sezgiler
geliştiriyor. Darbe girişimi olacak düşüncesini bende hazırlayan
şiddetli kutuplaşma ve hiçbir şekilde hiçbir şeyle uzlaşamayacak
olan bir 'nihilizmin' mevcudiyeti ve hırsıydı.
İşte o gece, o sıralarda, Arnavutköy'den Bebek'e kadar yürürken o
'nihilizme' batmış insanların nasıl çılgınca bir tutkuyla, histerik
bir heyecanla darbeyi desteklediğini görmek darbenin kendisi kadar
ürkütücüydü. O darbe tutkusunun ve desteğinin hangi kelimelerle ve
nasıl ifade edildiğini ise buraya yazmaya edebim, terbiyem
elvermez.
O mantık, o muhakeme 'kontrollü darbe' senaryosunu da üretti,
darbenin aslında 'yapılmadığını' da yazabildi. Neyse ki şimdi Sedat
Ergin gibi namuslu gazeteciler, harıl harıl çalışıp işin gerçeğini
ortaya dökebiliyor, insanlar da 'kontrollü' derken darbenin gerçek
boyutlarını öğrenip büsbütün ürküyor.