15 Temmuz darbe
girişiminin ikinci önemli ayağını bu hamlenin bizim ürkütücü
darbeler girişimi
içindeki hiyerarşi pozisyonu oluşturuyor.
Bilindiği üzere 1960
darbesi hiyerarşi dışı bir
kalkışmaydı.
Generaller binbaşılara selam duruyordu. Bu süreç çok uzun süre
kontrol altına
alınamadı. Cemal Gürsel gibi
tecrübeli paşaların kısa sürede
'demokrasiye geçmek' için hamle yapması ve o
arada ordunun sonuna kadar yönetimde kalmasını
isteyen 14'leri kabineden
uzaklaştırması durumu kurtarmaya yetmedi. Talat
Aydemir vakası bu tarihin bir sonucu olarak
ortaya çıktı. Bir Harp
Okulu Komutanı iki defa darbe,
daha doğrusu cunta girişiminde
bulundu.
(Her ne kadar Hatıralar'ında 'o durumda kan
dökülecek cuntaya gidecektim, teslim oldum' dese de hamlesi tamamen
bir cunta arayışıdır.) Dinmeyen fırtına ordu üst kademesini de
içine alacak şekilde tasarlanan ama gene de alt kademelerin önde
olduğu 9
Mart hamlesinin 12 Mart
Muhtırası ile savuşturulmasına kadar gitti.
Şartlar ve içerik farklıdır ama gerçek de böyledir.
Bu hiyerarşi
dışı darbelerin hiyerarşi
içi darbelere dönüşmesi
ancak 1980'de mümkün oldu.
Ancak 12
Eylül darbesi emirkonuta zinciri içinde
yaşandı.
Buraya nasıl ulaşıldığını hiç bilmiyoruz.
Bu konuda yapılmış tek bir çalışma yok. Çünkü bu gerçek bizde göz
ardı edilir. 'Ordu millet' kavramı etrafında
sürdürülen düşünce ve siyaset
hayatı bütün darbelerin aynı şekilde, 'pürüzsüz'
ve 'som' halinde gerçekleştirildiğini kabul eder. Bu bir sanının
kabullenilmesidir aslında.
Nedeni basittir. Bu hayata uzun süre hâkim olmuş 'sol-Kemalist'
ve CHP'li kesimin askeri
darbeyle bir zoru yoktur. Tersine onu
öncesinden benimser. Hatta davet eder.
15 Temmuz darbe girişiminin kodlarını bu
hadisede ve 'formasyon'da aramak gerekir.
Çünkü bu girişimin
de hiyerarşi dışı bir
darbe olduğu açık.
Ama 15 Temmuz'u sadece
bir hiyerarşi dışı darbe olarak
nitelendirmek de çok doğru değil.
Çünkü o tür darbelerde de belli kademelerin kendi iç dayanışmaları,
bütünlük ve tutarlılıkları vardır.
15 Temmuz'da ise bölünmüş bir
ordu gördük. Bu, ordu
kendi içinde
savaşmıştır anlamına gelir ki,
tamamıyla doğru bir tespittir.
Benzeri sadece çok daha küçük ölçekli ve gerçek manada
'serseriyane' bir girişim olan Talat
Aydemir hadisesinde ortaya çıkmıştır.