Güzel. Çok güzel. Türkiye bu 'yaşam tarzı' tartışmasını 'revize
etmek', yenilemek zorundaydı. Yeniledi. Belki çok müessif bir sebep
bu tartışmayı doğurdu ama konunun masaya yatırılması her şeye
rağmen önemli.
1990'ların ve 2000'lerin tartışması buydu. Belli bir toplumsal
kesimin mağduriyeti üstünden yaşanıyordu o zaman bu tartışma ve
başörtüsü hakkı üstünden ilerliyordu.
O günkü tartışma liberalleri, demokratik, özgürlükçü solu ve
elbette muhafazakâr-mütedeyyin çevreleri kapsıyordu.
Daha sonra liberal kesim, sol çevreler mağdur olduklarını ilan
etmeye başladılar. Kendisini Cumhuriyetçi olarak tanımlayan tabaka
özellikle şikâyetçiydi yaşananlardan.
Şimdi en üst düzeyde, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından, bir
açıklama yapılıyor ve 'dünyadaki ve ülkemizdeki herkesin aynı hayat
biçimine sahip olma mecburiyeti yoktur' deniyor. Bu cümle bence
basında daha çok zikredilen 'Türkiye'de kimsenin hayat biçimi
sistematik bir tehdit altında değildir' sözünden daha da önemlidir.
Çünkü bu son cümle sonuçtur. İlk cümle neden ve gerekçe.
Olması gereken budur. 21. yüzyılda bu kavramları tartışmak belki
üzücüdür ama unutmayalım ki, Türkiye büyük bir sosyolojik ve
demografik dönüşümden geçiyor.
Bu iki unsurun kültürel dönüşümü harekete geçirmemesi olanaksız.
Böyle olunca da bir toplum kesiminin diğerinin kımıldanışından
huzursuzluk duymaması, Türkiye'de, öteden beri gelen hassasiyetler
nedeniyle zor.