Irkçılık aldı başını gidiyor. Hem de en radikal halinde. Bunun Amerika'da olması şaşırtıyor insanları demiştim, son yazımda. Şaşırtır. Neticede onlar Yale Üniversitesi hukuk profesörlerinden James Q. Whitman'ın Hitler's American Model (Hitler'in Model Aldığı Amerika-doğru Türkçesi budur) kitabını okumayanlardı. Profesör kitapta Hitler'in ırkçı yasalarını çıkarırken Amerikan modelinden nasıl yararlandığını milimetrik olarak gösterir.
Bu işin bir yanı. Ama önemli bir yanı. Ve benim tezimi güçlendiren bir yanı. Irkçılığın Batıda yerleşik bir anlayış olduğunu, uygun zemini bulduğunda canlandığını öne sürüyorum. Fakat ben ırkçılığın neden şu sıralar bu şekilde yeniden uyandığı üstünde durmak istiyorum da demiş ve 'sıradan faşizm' kavramına değineceğimi belirtmiştim çarşamba günkü yazımda.
Bu da hayatın bireysel ve 'mikro' ölçeğinde cereyan eder. Klasik ifadesiyle iki insan arasındaki ilişkide başlar. Dalga dalga yayılır. Nefret söylemi meselenin belkemiğidir. Kadın erkek ilişkileri, çocuk ebeveyn ilişkileri, karı koca ilişkileri, memur amir ilişkileri bu değirmene su taşır. Gündelik hayata sızmış bütün şiddet halleri ve söylemleri mikro faşizmi besleyen en önemli unsurlardır.
Bırakın 2017'yi daha 1990'larda dünya bu konuyu konuşuyordu harıl harıl. Çünkü sıradan veya mikro faşizm dörtnala üstümüze geliyordu. Olanlar oldu. Dünya ılımlısından ırkçısına koyu bir faşizme kendini kaptırdı gidiyor. *** Şimdi gelelim meselenin bir başka boyutuna. Neden böyle olduğunu başka bir açıdan ele alalım. Gene 2000'lerde çok konuşup tartıştığımız siyaset bilimci dostumuz Chantal Mouffe başını bir kere daha kaldırdı ve daha önce dile getirdiği görüşünü tekrarladı. Vakti zamanında benim de savunduğum ve çok üstüme gelinen o tezinde Mouffe farklı görüşteki partilerin merkez koalisyonlarının veya partilerin görüşlerini merkez/ ortalama görüşlere yaklaştırmasının faşizme meydan açacağını belirtiyordu.
Diyordu ki, sol soldur sağ da sağ. Bunların koalisyonunu istemek iki partinin de kimliğini ve tabanını kaybetmesi olur ki, bundan ancak radikalizm doğar. Oysa taraflar kendi çizgilerini savunup kendi zeminlerinde kalsalar bu yapay 'merkezleşme' ve kimlik kaybı yaşanmaz.
Mouffe, şimdi dünyada olanlara bakarak 'haklı değil miymişim' diye bir mülakat verdi. Buradan çıkış yolu olarak da müteveffa kocasıyla, Ernesto Laclau, müşterek yazdığı kitabı ve temel tezini gösteriyor: sol popülizm.
Haydi o bir tarafa, tartışılır, çok su götürür o kavram ve önerme, ama Mouffe'un ilk görüşü doğrudur. Merkezde birleşme taraflar arasındaki zemin kayması neticede merkez sağdan da ziyade radikal sağın yükselmesine yol açtı. Çünkü her zaman söylerim, Türkiye bakımından da çok dile getirdim, toplumların, kitlelerin 'radikalizm ihtiyacı' vardır. Solun (radikal) bir siyaset geliştirme aczine düştüğü bir dönemde bu radikalizm sağdan gelecekti.
Bugün yaşanan işte odur, kitlelerin yıllar yılıdır uygulanan ekonomik ve siyasi programlara karşı sağdan radikal başkaldırısıdır.
Ne kadar kötü...