Uzak, dünyaya kapalı, karların ardında etrafla ilişkisini büsbütün kesmiş bir yerdeyim. Yeni yıla orada girdim. Pek öyle münzevi bir ortamda sayılmazdım. Kendine göre bir hareketliliği vardı köyün.
Gene de insanın kulaklarını yırtacak kadar bastıran sessizlik, karları savuran, zaman zaman karayele dönen şiddetli, poyrazın dağıttığı bulutların ardından görülen büyük, ışıl ışıl yıldızlar, önüme uçurum gibi uzanan vadinin öte kıyısından gelen boğuk köpek sesleri...
Yanan tandırlardan, ocaklardan havaya savrulan is kokusu...
Yürürken bakıyorum, 100. doğum yılını kutlayacağımız büyük ozan Cahit Külebi'nin deyişiyle 'karlar donmuştur otların ucunda'... Üstünde biriktirdiği karlarla kendisini buzdan bir heykele dönüştüren büyük kiraz ağacı... Birdenbire havalanan serçeler... Kısacası bu defa Behçet Necatigil'in söyleyişiyle 'donmuş dallarda çiçek'...
Yani sonuna kadar kış, doğa ve kar ve köy ve uzaklık...
Elektrikler kesik. İnternet neredeyse çalışmıyor. Büsbütün kopuğum dünyadan. Gece evde el ayak çekildikten sonra kalkıp yavaşça balkonun kapısını açıp karın kokusunu içime çekiyorum.
Soğuk adeta üstüme yapışıyor.