Birkaç gün önce Milli Eğitim Bakanlığı tarafından Ulusal Öğretmen Strateji Belgesi yayımlandı. Belgenin amaç bölümünün başında, “öğretmenlik mesleği, yalnızca belirlenen hedefler doğrultusunda kaynaklarla örgütlenerek öğrenciye kılavuzluğun teknik bir uzmanlık alanı değil, millî ve evrensel toplumsal değerleri yüceltip yeniden üreterek, yeni nesillere aktaran ve böylece toplumu birbirine bağlayan saygın bir meslek olarak” tanımlanmaktadır. Toplumların başarısı da büyük oranda “öğretmenin başarısı” olarak anılmaktadır. Bu savı tam aksinden de söylemek mümkündür. Toplumların yüzlerce yıldan süzülüp gelen bağlarının koparılması, başkalaşma, yozlaşma, ayrışma ve parçalanma da, büyük oranda öğretmenlerin başarısızlığıdır diyebiliriz.
Eğer belgede yapılan bu tespitler sırf öğretmenleri onurlandırmak için ifade edilmemiş, pedagojik bir gerçeklik inancı ve siyasi bir kararı yansıtıyorsa bunun gereği somut adımların da atılacağını umut edebiliriz. Fakat bu adımlardan önce yukarıda işaret edilen ve hatta öğretmenin alan bilgisi ve uzmanlığının gereği bilgileri yeni nesillere aktarmasının da önüne koyulan, “millî ve evrensel değerleri yüceltip, yeniden üretip, yeni nesillere aktarmak ve toplumu inşa” görevi üzerinde durmak gerek…
Millilik ve evrensellik!
İlk olarak ifade edelim ki yereli olmayanın milli bir değeri de olmaz/olamaz. Ülkesinin her hangi bir yaylasına, köyüne, mahallesine, caddesine, sokağına, vadisine, dağına, ovasına, tınısına, ritmine veya figürüne sevgisi olmayanın görüp temaşa edemediği, duyup dinleyemediği milletine ve vatanına sevgi bağı olmaz/olamaz. Herhangi bir ulusa veya sosyal guruba aidiyeti olmayanın da insanlığa sunacak yüksek bir değeri temsil edebilme imkânı yoktur. İçinde yaşadığı milletin değerlerine veya onun içinde herhangi bir kültürel farklılığa saygısı olmayanın da evrenseli sahtedir.
Küçük ya da büyük bir coğrafya ve toplumun içinde yoğrularak ortak kabullere yükselememiş insanlar, ortak heyecan ve idealleri paylaşamaz. Bunların, inde yaşayan paleolitik insan aile aidiyeti kadar dahi yükselişleri yoktur. Çoğu haz ve ihtirastan başka karşı cinse rol vermez ve üreme sorumluluğu dahi hissetmez/hissedemez. Buna da “ânı yaşamak” der.
Bu bağlamda ülkemizde evrenselleşmek, insanı binlerce yıllık tradisyonundan arındırarak içgüdüleriyle hareket eden primata döndürmekten başka yere çıkmamaktadır. Yerel ve milli duyguları gelişmemiş bireylerin başka kültür ve medeniyetler karşısında psikolojik eşitlik duygusuna ulaşması beklenemez ve denklik duygusu olmadan “evrenselleşmek” hiç olmaktır. Başka bir ifadeyle yozlaşmaktır.