32 yıl önce Ağustos ayının bir akşam vakti, Gelibolu’ya ulaştım. Şehrin hemen kıyısında bir caminin yanına karavanı park ettim. Araçta iki aileydik. İki küçük bebek, iki anne iki babaydık. Bir gecelik mola vermiştik. Niyetimiz, Gelibolu’da askerlik yapan bir dostumuzu da görüp ertesi sabah Lapseki üzerinden İzmir’e revan olmaktı.
“DİKKAT HER YER KABRİSTANLIKTIR”
Karavandan indim. Caminin bahçe kapısını açtım. Dar beton zeminden şadırvana doğru ilerlerken çimenlerin üzerindeki levhayı gördüm…. “Dikkat her yer kabristanlıktır”
Bir an durakladım. Bir daha okudum. Sonra bir daha… “Dikkat her yer kabristanlıktır”
Cami avlusundan çıktım. Aracın yanına geldim, “Bu gece burada biraz zor kalırız” dedim. Sonra askerliğini askeri gazinoda yapan dostumuzu bulmak için çarşıya indik. Çarşıya giderken sağdaki soldaki parklarda da aynı tabela vardı. “Dikkat her yer kabristanlıktır”
Dostumuzu bulup hasbihal ettikten sonra karavana geri döndük. Etrafımızdaki, “Dikkat her yer kabristanlıktır” yazılarını gördükçe, Fatihalar okuyorduk.
Ve “Şehitlerin huzurunda nasıl olur da yatıp uyuyabiliriz” diye düşünüyorduk. Çareyi sahile inmekte bulduk.
Çanakkale Boğazı’nda, Gelibolu’nun Çamlık’ında karavanı park ettiğimizde vakit çoktan gece yarısını geçmişti.
O gece doğru düzgün uyumadım. Sanki, şehitler kabristanlardan bir bir çıkmış, etrafımda koşuşturuyordu.
Sanki, Çanakkale Savaşı’nın o şiddetli çatışmaları benim de içinde olduğum bir atmosferde yaşanıyordu.
Gecenin karanlığında, mermi sesleri, top sesleri arasında, vurulduğunda kelimeyi şehadet getiren kurt dedemin sesi duyuluyordu.