Geçtiğimiz pazar günü sabah erkenden çıkıp yürüyerek Sultanahmet Camii’ne kadar gittim. Giderken yolumun üzerindeki başta selatin camileri olmak üzere ecdadın İstanbul’u bir İslam beldesinin nişanesi olarak bizlere emanet bıraktığı tarihi mekanları da ziyaret ettim.
Hırka-i Şerif Camii’nden başlayıp, Sinan’ın kalfalık eseri Mesih Ali Paşa’ya oradan Fatih Camii’ne yürüdüm. Şehzadebaşı Camii’nden Süleymaniye’ye, oradan Beyazıt’a. Nuruosmaniye’den Küçük Ayasofya’ya oradan Sultanahmet’e en nihayetinde Ayasofya’ya.
Her bir camide iki rekât namaz kılmaya çalıştım. Hazirelerinde dolaştım. Bazı mezarların başında, türbelerde Fatihalar okudum. Divan Yolu’nda yürürken sağımdaki, solumdaki medreselerin, külliyelerin bahçesinde yatan ecdada selâm verdim.
Ayasofya’dan tramvay durağına doğru yürürken, İstanbul’un Müslümanlık nişanelerini bir kez daha düşündüm.
Tam o anda, bir popüler tarih dergisinde okuduğum, İlber Ortaylı’dan nakille aklımda kalanları hatırladım.
SÜLEYMANİYE ORAYA İSTANBUL SİLÜETİ İÇİN DİKİLDİ