Eh, yaptıkları darbeye "postmodern" adını takmaları boşuna değilmiş...
Sonunda ne oldu?
Eski başbakanlardan Mesut Yılmaz da 28 Şubat davasına tanık olarak geldi ve "dönemin hükümetine hiçbir baskı yapılmadı, dönem konusunda yazılan çizilenlerin hepsi yalan dolandı" diye postmodern bir cevap veriverdi.
İnsan Yılmaz'ın mahkemedeki ifadesine bakınca şöyle düşünebilir...
Herhalde rahmetli Erbakan durup dururken milletin başına iş açtı ve sonra bunu fark edip yine kendi kararıyla hükümetini sona erdirerek bu belayı savuşturdu!
Ahmet Kekeç, dün Mesut Yılmaz için geçmişte elleriyle apolet işaretleri yapmasını hatırlatarak "hâlâ sessiz sinema oynuyor" diye yazmıştı. Haklıydı!
Bir de tabii o fotoğraf var. İnsan ister istemez hatırlıyor: İddia o ki "Kumar borcu" nedeniyle burnunun ortasına yumruk yemiş bir adam, bir eski başbakan.
Hey gidi 90'lar! Ne feci yıllardı!
Yaşı müsait olanlar unutuyor, gençler öğrenmeye yanaşmıyor.
***
Bana sorarsanız, hatırlamak bir yana, belki baştan öğrenmemiz gereken şey Özal'ın partisi ANAP'ın başına Mesut Yılmaz'ın nasıl ve niçin geldiği konusudur.
Düşünün...
Turgut Özal'ın 1983'te yüzde 45.1 ve 1987'de yüzde 36.27 ile tek başına iktidara taşıdığı partinin başına Yılmaz 15 Haziran 1991'de Genel Başkan seçildi.
Ve Yılmaz ilk seçimde partisini ana muhalefete düşürdü ve o günden başlayarak katıldığı her seçimde partisine oy kaybettirerek yüzde 5.1'de devretti.
Sanki "özel" bir görevle donatılmış gibiydi.
Halkın kucakladığı bir liderin bütün etkilerini silmek ve partisini yavaş yavaş bitirmek göreviyle...