"Hiçbir şeye bağlayamıyorum. Takdir-i ilahi. Kaza oldu. Beni
arabadan çıkartıp bir kenara yatırdılar. O vakit, insan çeşitli
düşünceler geçirir zihninden. Birincisi, ben bahar mevsimini çok
severim. Biz cemre durumlarına baktığımız için, eyvah dedim
içimden; baharı bu yıl ıskaladık."
İlk okuduğum andan beri bu sözler aklımdan çıkmaz.
Rahmetli Aydın Menderes'in sözleri. Yaşamının son on beş yılında
felçli kalmasına yol açan 15 Mart 1996'da geçirdiği trafik kazasını
Hülya Okur'a böyle anlatmıştı. (bkz. Ölmeden Az Önce, Bilgi
Yayınevi.)
Malum, derin üzüntüler içinde büyümüş bir insan Aydın
Menderes...
Dünyadan çok kalbine bağlanarak ayakta kalabilmiş biri...
Kaldı ki, mart ayının Menderes ailesinde ayrı bir yarası var. İki
ağabeyi de mart ayında dünya hayatından ayrılmış.
Belli ki, yine de tabiatın uyanışıyla arası açılmamış; yaşadığı
üzüntülere yanıp baharın güzelliklerine sırtını dönmemiş,
dönememiş!
***
Yok! Şimdi bunları okuduktan sonra şunun şurasında ne kaldı, birkaç
gün, önümüz yaz; biz varlığını tam idrak edemeden bahar çekip
gidecek diye dertlenmeyin.
Şu şehirli hayatımızda...
Bu mevsimin çoğu zaman haziran ortalarına kadar sürdüğünü
fısıldayacak nineler pek kalmadı, biliyorum.
Ama takvimin neresinden tutup baharı yakalasak, kazanç
sayılmalı.
Üç gün ya da üç hafta daha, fark etmez.
Zaten tabiat bizim takvimlerimizi dinlemiyor ki!
***
Şu satırları kır kahvesi gibi bir yerde yazıyorum ve arkamdan
"haydi sırtına montunu al, üşüyeceksin" diyen tatlı bir rüzgâr
esiyor.
Sanırsın, nisan ayındayız.
Sabah balkonumdaki dereotu ve nane fidelerine baktım. Onlar da
baharın daha süreceğini söyler gibiydiler.
E niye yazdım bunları?
Hatırlatmak için işte! Unuttuysanız diye, kıyısından, ucundan,
sonundan baharı yakalamalı diye...