Genç kuşaklar "tarifeli uçakla giden cumhurbaşkanı, makamına
bisikletle gelen başbakan" hikâyelerini yeni sanabilir.
Oysa benim gençliğimde bile vardı bu söylem.
Tuvalete bile Chevrolet Impala'sıyla giden Modalı bir beyefendiyi
hatırlarım.
Dilini damağında şaklatarak anlatmaya başlardı: "Efendim oralarda
devlet adamları sokaklarda yürürler, parkta oturup gazete
okurlar."
Tabii ki hikâye yazıyordu!
Zaten bu manzarayı sevmek gibi bir derdi yoktu. Sevse, kendi de
bezik oynamaya Büyük Kulüp'e değil, mahalle kahvesinde
pişpiriğe giderdi, değil mi ya!
Tek bir maksadı vardı: Memleketini ve memleketinin
siyasetçisini horlamak.
Tabii, diyebilirsiniz ki, bu beyefendi o parkta oturan devlet adamı
için bütün parkın sivil ajanlar tarafından "enterne" edildiğinden
haberdar değilse, basbayağı şapşaldır.
Hayır! Gayet uyanık biriydi ama kendisini dinleyen
ezberci "orta sınıf aydınları"nı böyle kafalardı. Ardından hep
birlikte bir yakınma ve hasret ayini başlardı: Ah, ne güzel,
ne barış dolu, ne medeni yerlerdi oralar...
Sonrası trajik biçimde geldi...