Bir çocuk...
Gıcır iskarpinlerini başıyla aynı hizada yastığına
yerleştirmiş.
Çoktan tatlı bir uykuya dalıp gitmiş.
Birkaç saat sonra bayram sabahına uyanıp
o iskarpinleri sür git giyme hakkı kazanacak. (İskarpin
de nereden çıktı, diyeceksiniz. Rahmetli dedemi hatırladım, oradan.
Kelimenin geçmiş zamanda Venedik'le ticaret dönemlerinden dilimize
geçmiş olmasına falan aldırmayın. İşitildiğinde tıpkı ayakkabının
şık cilası ve hafif derisi gibi bir duygu yaratmasına
bakın!)
Dün cep telefonumun mesaj kutusuna böyle bir fotoğraf
düştü.
Altında şöyle yazıyordu: "Eskiden böyle beklenmez miydi bayramlar,
bayramın tatil köyüne gitmek olmadığı zamanlar hani..."
Kendi çocukluğumu düşündüm.
Bir nevi "tarih öncesi" diyeceğim zamanları yani... Kim bilir, kaç
bayrama yastığımda yeni ayakkabılarımla uyanmıştım.
Fakat o dönemler kapanalı çok oldu.
Hayır! Bayram gelince tatile gidildiğinden falan değil.
Artık darlık içinde olduğumuzda bile çocuklarımızın
ihtiyaçlarını bekletmeden gidermeyeçalıştığımızdan...
Bu madalyonun iyi yüzü tabii.
Bir de tatsız yüzü var.
Bugün orta ve üst sınıf çocukları yeni bir ayakkabıya
kavuştuklarında mutlu olmayı unuttular; o yüzden de hemen bir başka
ayakkabının hayalini kurmaya başlıyorlar.