Ne siyaset ne toplum hayatı ne de kişisel hayatlarımız açık
sözler ve vitrindeki jestlerüzerinden yürüyor.
İmalar, ifadelerden daha güçlü; kanaatler bilgilerden
daha baskın.
Anlam hep kaçak, gerçekler genellikle bulanık.
Nezaket gibi şahane bir şey bile arkasına sinsi ve sert bir şiddet
saklayabiliyor.
Hele o modern gülümseme neredeyse hep yalan söylüyor.
Mutluluk coşkusu mutsuz hınçları örtüyor.
İşte bu yüzden dün giriş yaptığım meselenin peşini bırakmaktan yana
değilim.
Biliyorum, şu sıra kimse dönüp böyle yazılara bakmıyor ama "poz
kültürü"nü biraz daha kurcalamakta yarar var.
Berrak bir kızgınlık ve kırgınlık gündelik hayatta insana
yakışıyorsa, siyasetçiye niye yakışmasın!
Neden sinsilikten şikâyet edenler yapmacık gülümsemelere bu kadar
prim veriyorlar?
Bu sahte nezaketin bir demokratlık nişanesi olarak piyasaya
sürülmesine itiraz etme hakkımız yok mu?
Geçen yıl "Artık gülümsemeyin, çekiyorum" başlıklı yazımda demişim
ki, "Nezaket falan değil bunlar, karanlık ve şüpheli ifadeler."
Hâlâ aynı kanıdayım.
Böyle bir ortamda tercihim öfkelenecek şeye öfkelenenler; kalp
kırıcı şeylere üzülenler, hayal kırıklığını dile getirenlerden
yana.
Fakat istiyoruz ki, başkalarıyla ilişkimiz kaygan bir
zeminde hoş vakit geçirmekten öteye geçmesin, hiç
arıza çıkmasın, hiç keyfimiz kaçmasın!
Birtakım köşeciler de şöyle kızıyor: Siyasetçiler böyle kızgın
olur, öfkeli konuşursa toplum ne yapmazmış!
Toplumu çocuk sanıyorlar.
Bana sorarsanız, siyasetçi öfkelendi diye öfkelenen, siyasetçi
neşelendi diye neşelenen bir toplumdan söz etmek ya kendini ya da
okuru kandırmaktır!