Bir tür ruhsal kayganlık ve pişkin bir kayıtsızlık...
Bunu nasıl beceriyorlar, aklım almıyor.
Sosyal medya sayfalarına bakıyorum, konuşmalarına kulak veriyorum, davranış ve düşüncelerini izliyorum...
İnanılır gibi değil!
Sanki 15 Temmuz hiç olmamış!
Bombalar, tanklar, jetler, helikopterler...
Şehitler, gaziler...
Hiçbiri yok!
Sanki iki saatliğine bir film izlenmiş de salonun ışıkları yanınca her şeyi unutmuş gibiler.
Hadi Kılıçdaroğlu dışarıdan üflenen tavsiyelere uyarak "15 Temmuz'u unutturup 7 Haziran seçimi sonrasındaki günlere geri dönüş" stratejisi izliyor, onu anladık.
Fakat bir toplumsal sınıfın toplu halde Barış gününü, hayvan hakları gününü, kahve ve makarna festivalini falan hiç sektirmeden değerlendirip 15 Temmuz'u zihninden silmesi kabul edilebilir bir şey mi?
Bu beyaz, seküler ve çoğunlukla müreffeh kesimin hali ciddi bir ruhsal rahatsızlığa tekabül etmiyor mu?
Geçenlerde bir avm kitapçısında gördüm. 15 Temmuz hakkındaki kitapların sıralandığı tezgâhın önüne gelince şöyle bir bakıyor, yüzleri buruşuyor ve hemen uzaklaşıyorlardı.
Öylesine gaddar ve sapkın bir duyarsızlık yani!
Neyse, esas konuya geleyim...
15 Temmuz üzerine kitaplar kabaca ikiye ayrılıyor.
Bir şehitlerimizi ve direnişi saygıyla anan kitaplar var; bir de alçak darbe girişiminin yeterince gün yüzüne çıkmamış yanlarını kişisel tanıklıklarla hikâyeleştiren kitaplar.
Mete Yarar'ın "Darbenin Kayıp Saatleri" ve Hande Fırat'ın "24 Saat" kitapları ikinci türden.
İkisini de henüz bitirdim.