Sakin fakat dürüstçe kabul etmek zorundayız...
Zor günlerin eşiğinde, hatta içindeyiz.
Saldırı büyük.
Böyle neler atlattık, yine atlatırız.
Ama kabul edelim ki...
Bizi gündelik maişet motorunu, özel hayatımızı, kişisel sevinç ve
acılarımızı her şeyin üzerinde tutmaya alıştıran düzenin sarsıldığı
günler bunlar.
Artık kuvvetle Türkiye'yi düşünmeliyiz.
Bu yüzden de birlik olmak, saf tutmak, aramızdaki kıytırık kavga
gürültüleri bir kenara bırakmak gerekiyor.
Kavgaya hazırlanmanın ve bu süreçten sağ salim çıkmanın başka yolu
yok.
Fakat tam bu noktada durup hatırlatmak zorundayım.
Belki bazılarınız kızacak ama...
"Birlik olmak"la uzak yakın ilişkisi olmayan çevreleri saf tutmaya
çağırmak boş iş!
Birlik olmak sabit ve emin bir yanı olanlarla mümkündür.
En azından bir ayağı sabit kalmalı insanın.
Kıvırmamalı; yüzüne gülüp arkandan sallamamalı...
2013'ten beri ülkeyi sırtından bıçaklamaya doyamayanlarla milli
birlik mi olurmuş?
15 Temmuz'a tiyatro diyenlerle (liderlerden, partilerden söz
etmiyorum; onları geçtim, onlar zaten kayıp fakat onları hâlâ
alkışlayan seçmenlerini kastediyorum) gidecek yol, girilecek siper
var mı?
Veya söyleyin bana...
Türkiye tekrar düzlüğe çıktığında birbirlerine "Tahran'a gidin!"
veya "Sizi Moskova paklar!" diye bağıracağı kesin düz kafalarla yan
yana durmak kolay mı?
Fakat asıl önemlisi "siyaset oligarşisi"dir.
İktidar partisinin yakasını bırakmamaya kararlı görünen ve
tasfiyesinde hâlâ gecikildiğini düşündüğüm "her devrin adamları"nın
aynı zamanda bu günlerin de sağlam adamları olduğuna inanabiliyor
musunuz?
Hâlâ Fetö için yumuşak, dünya egemenlerine sırıtkan bir yapının
adamları bunlar...
Örgütlenmeleri güçlü ama ülkeyle bağları gevşek tipler.
Onlarla yol yürünmez. Bu kadar net.
Bütün bunları bir kez daha vurgulayışımın nedenlerini tam olarak
anlatmakta zorluk çekiyorum.
Ama şunu biliyorum: Hayal kırıklıkları ve ihanetlerden yorgun
düştük.
Kritik bir dönemde yeni hayal kırıklıklarını kaldırmaya mecalimiz
var mı? Hiç sanmıyorum.