Genç kadın hop oturup hop kalkıyor, bir yandan da bu soruyu
tekrarlayıp duruyor: "Nasıl olur ya, Hasan'ın THY'ye girip
benden daha fazla para almasına inanamıyorum?"
Araya evlere şenlik bir böbürlenmeyle kendi çalıştığı yabancı
şirketin adını sıkıştırıyor tabii.
Dünyayı günahlarıyla kasıp kavuran bir şirkette çalıştığını hiç
umursuyor mudur, hatta bunun farkında mıdır, bilmem!
Karşısındaki erkek arkadaşı şaşkın, itiraz ediyor: "İyi ama THY
de uluslararası prestijli bir marka ve başarılı bir
şirket"
Suadiye'de bir kafede yan masada oturuyorlar. Anlayacağınız, yeni
işe giren ortak okul arkadaşlarının dedikodusunu yapıyorlar.
Kulak misafiri olmamak imkânsız; çünkü genç kadın yüksek sesle
konuşuyor. Şaka gibi ama neredeyse sinirinden ağlayacak.
"Aman sen de!" diye karşılık veriyor arkadaşına da; "hangi kafada
insanların orada istihdam edildiğini biliyorsun. Markaları iyi ama
şirket iyi mi bakalım!"
Genç kadını dinlerken onun ve çevresinin esas derdini bir
kez daha idrak ediyorum.
"Biz"e dair iyi ve güçlü her atılım, her gelişme morallerini
bozuyor.
Çünkü o zaman zihinlerindeki dünyaya ve memlekete dair çerçeve
parçalanıyor, düzen bozuluyor. Zaten zorlukla tamamladıkları puzzle
bir anda dağılıyor.
Saklanan eziklik duygusu su yüzüne çıkıyor ki, işte o
fena!