Hiçbir şeye inanmayan ama şimdilerde "süper besin" diye kategorileştirilen yiyeceklere bir nevi "tapınan" bir tanıdığım var.
Çiftler biliyorum.
Birbirlerine dikkat etmedikleri her hallerinden belli oluyor. Fakat haftalık sağlıklı yemek listelerini konuşurken araları ısınıveriyor:
"Salı günü buharda haşlanmış somon yemeyi unutmayalım; bak bakayım buzdolabına kefirimiz bitti mi?"
En son ne oldu, anlatmadan geçmeyeyim...
Bütün bunlara çok uzak olduğunu sandığım bir arkadaşım evindeki iftar daveti için "süper besinler"e ağırlık vereceğini belirtince pes ettim.
(Bu yazımı da okur ama merak etmeyin; şimdi yazacaklarımdan fazlasını ona söyledim.)
Bedenimize gelince, sağlık sektörünün elinde posaya dönüştü.
Oradan oraya sürükleniyor.
Bu durumun tuhaflığını fark edip sızlandığımızda ise elimize medya yoluyla "yediklerine dikkat et" biberonunu tutuşturuyorlar.
Sağlıklı beslenme üzerine kurulu endüstriyi yabana atmayın, her gün biraz daha büyüyor ve bizi oyalıyor, kandırıyor, teslim alıyor.
Eh, öyle ya!
En azından "onu değil de, bunu yiyeyim" diye seçebildiğimizi düşünüyoruz.
Yiyeceklerin girdiği yer şimdilik kontrol altında ya...
Tam oradan zokayı yutuyoruz.
Sağlıklı yiyecek tutkusunun giderek sağlıksız bir hale büründüğünü anlamamız imkânsızlaşıyor.
Dikkatinizi çekerim, kimse "az ye!" demiyor.
"Az"dan endüstri çıkmıyor çünkü! *** Şu gözlemimi de paylaşmak istiyorum.
"Süper besinler" meraklısı kişilerin çoğunun halinde fanatiklere özgü bir "katılık" var.
Farkındalar mı, bilemiyorum:
Bakışları soluk, gülümsemeleri soğuk.
Fena halde neşesizler.
Kebapları götürenlerin keyifli hallerine bakıp ne düşünüyorlardır, bilemiyorum.
İşin gerçeği...
Beslenme konusu kullanılarak robotlaştırılmamıza bir son verme zamanı gelip geçmektedir.
Ne yediğimizi bilmeden midemizi çöplüğe çevirmek ne kadar berbat bir hal ise, ruhsuz beslenme rejimlerinin tutsağı olmak da o kadar kötü!
Boş ver yahu, chia pilavı da neymiş!
Yap bir güzel domatesli pilav!
Ama tıkınır gibi yemeyelim!
Az olsun, tadı bilinsin.