Dokuz yaşlarındaki küçük kız alışveriş merkezinde bir mağazadan
diğerine koşturuyor. Bütün yeme içme noktalarına uğruyor.
İlk bakışta mutlu bir kelebek.
Biraz daha dikkatle bakılırsa, huysuz ve doyumsuz.
Bütün aile onun peşinde bitkin düşmüş.
Anne bir pastanenin sandalyesine kendini bırakıveriyor. Babanın
yüzü öyle asılmış ki, düzelmesi saatleri bulur.
"Yeni hayatın lunaparkları alışveriş merkezleri artık" diyorum;
anne "ah, mesele keşke ondan ibaret olsa!" der gibi bakınca
susuyorum.
On beş yaşlarındaki abla gerçeği dolandırmadan ortaya döküyor: "Onu
istiyor, bunu istiyor, her şeyi istiyor! Bir daha birlikte
gelmem!"
Belli ki, kırgın.
Kardeşi yüzünden kendisine hiç sıra gelmemiş; istekleri bir yana,
ihtiyaçlarını bile dile getirememiş.
***
Güncel siyaset, büyük resim, acil sorunlar falan derken gündelik
hayatımızdaki dönüşüm dikkatlerimizden kaçıyor.
Üzerinde durup dertleşemiyoruz.
Sürüklenip gidiyoruz sanki.
Mesela çocuklarımızın ruhsal gelişim problemleri...
Bir bakın...
Durmadan isteyen ama elde ettiklerine karşı ilgisini çarçabuk
yitiren çocuklar...
Her şeyi isteyen ama olmayınca dünya başına yıkılmış gibi davranan;
istedikleri yapılmazsa anne babasına duygusal şantaj yapacak kadar
ileri gidebilen bacaksızlar...
Ne kadar çoklar!
Tabii madalyonun öteki yüzü de var.
Sevgisinden kuşku duyulmayacak ama çocuğuna nasıl ilgi
göstereceğini bilemeyen ebeveynler...
Çocuklarının bir dediğini iki etmezlerse çok sevileceklerine inanan
anne babalar...
***
Çocukları "çocuk" görmekle...
Veya "şimdiki çocuklar böyle işte!" deyip geçiştirmekle geçecek
problem değil bu.
Üstelik büyüdükçe büyüyor; virüs gibi yayılıyor; artık sosyal kesim
farkı, yoksulluk vesaire tanımıyor.
Virüs dedim ya, tam öyle.
"İstiyorum, çünkü istiyorum" virüsünü; ihtiyaçlardan kopmuş arzuyu
büyütüp besledik ve çocuklara aktardık. Malum, onlar bizim süsleyip
püsleyip gözlerden kaçırdığımız ne varsa berrak biçimde
sergiliyorlar.
İtiraf edelim: Esasında doyumsuzluğu kaşımaktan duyduğumuz hazzı
mutluluk sanan biziz.