Başlangıçta hoş bir akşam yemeğiydi...
Deniz, hafif kuzey rüzgârı, iyot kokusu ve yurtdışında yaşayan
kimisi çok eski ahbaplarla güzel bir sohbet.
Bir de yabancı misafirimiz vardı. Emekli asker ve anti-terör
uzmanıymış.
Baktım ki, yabancı misafirimiz hem Türkiye'yi hem de 15 Temmuz'u
çok iyi biliyor.
Bir ara kelimeleri tartarak şöyle deyiverdi: "Darbeci askerleri
kaçırmayacaktınız, hele kurmayları asla!"
Anında masanın atmosferi değişti. İçimizi sıkıntı bastı.
Birimiz, "oldu bir kere; şimdi ne yapmalı, onu söyle!" diyerek
konunun yönünü değiştirmek istedi.
Cevap şöyle geldi: "Çok dikkatli olmak lazım. Bunlar Türkiye'nin
kötülüğünü isteyen ülkeler için kozdur. Her türlü örgütlenmede
kullanılırlar. Yapılacak iş bütün diplomatik yolları kullanarak ne
pahasına olursa olsun iadelerini sağlamaktır!"
Bunu niye anlattım, açıklayayım...
15 Temmuz'a dair çok şey konuştuk ve konuşacağız.
Fakat hain darbe girişimi ve sonrasına dair hâlâ atladığımız,
savsakladığımız, görmeye yanaşmadığımız ve suskun kaldığımız pek
çok şey de var.
15 Temmuz çok geniş kapsamlı bir projenin parçasıydı.
Millet, bu projenin tankını topunu yenilgiye uğrattı.
Yine cüret etseler, yine yenilirler. Orası net!
Fakat projenin diğer ayaklarının direndiğini yaşıyor, görüyoruz. Bu
noktada kendimizi aldatamayız.
Müttefik gördüğümüz ülkelere 15 Temmuz'u ve Fetö'den çektiklerimizi
anlatmakta zorlanıyoruz. Darbeciler tarafından bombalanan Meclis'in
demokrasi direnişini anlatamıyoruz.
Çünkü "anlamak" istemiyorlar.
Peki neden?
Bu sorunun cevaplarını açık seçik hale getirmeden 15 Temmuz'u tam
anlamıyla konuşmuş ve anlamış olamayız.