Bir seyahat dönüşü...
Uçakta yanımda oturan gençle laflıyoruz.
Yıllardır hep aynı şehre, aynı sokaklarda yürümeye, aynı manzaraya bakıp aynı kafelerde oturmaya gidişime şaşırıyor.
Çığlık atar gibi gibi tepki veriyor: "İnanmıyorum!"
İnanılmayacak ne var, diyorum.
Sevimli yüzündeki sıkıntı ifadesini saklayamıyor. Sonra mırıldanıyor: "Yani hep aynı yerler... ne gereği var, insan yeni yerler görmek istemez mi?"
"Benim için orada upuzun bir rıhtım var" diye anlatmaya başlıyorum.
"Sadece orası bile yeter! Sabah ve bir de güneş batarken o rıhtımda yürümek, suyun kenarında oturup etrafa bakmak yeter!"
Bir yandan ilginç buluyor, bir yandan kendini benim yerime koyup içi sıkılıyor.
Gençken normal! Yolculuk arkadaşımı bir ölçüde anlıyorum.
Gençler imkânları varsa, tabii ki yeni yerler görmeli, yeni tanışıklıklar kurmalı. Bu tamam!
Ama artık yetişkini, yaşlısı da böyle.
Oysa söyleyin...
"Güzel"in hemen eskidiğini, "iyi" şeylerin daha yeni olanlar uğruna kolayca terk edilebileceğini düşünmekte problemli yanlar yok mu?
Bir insan veya bir şehir...
Bir mekân, bir manzara, bir koku...
Neyse ne...
Özlemiyormuş gibi yapabilir misin?
Hem ne yeniliği?
Eskisinin hakkını verebildin mi bakalım?
Tam olarak değerini bildin mi?
İşte o iş tekrarlara; özlemlerin ardından gelen kavuşmalara ihtiyaç duyar.