Havadan sudan bahsedecektim bugün...
Hakkım var buna...
Çünkü havayı ve suyu sevdim hep. Hem derin bir melankoliyle hem de
güçlü bir şükür duygusuyla sevdim.
Bilen biliyor.
Üstelik öyle bir yerdeyim ki şu an...
Gece dahi susmak bilmeyen kuşların sabah ezanıyla birlikte sırayı
horozlara bıraktığı; deli fıstık ağaçlarının, çamlarla
karıştığı...
Arada uzaktan bir mobiletin ya da kamyonetin patırtısının insana
müzik gibi geldiği bir köyde...
Eh, işte o zaman insan klavye başına geçince, parmakları başka bir
konu için tuşlara gitmiyor.
Fakat olmaz!
Dünya çalkalanıyor ve Türkiye de o çalkantının içinde var gücüyle
sağlam durmaya çalışıyor.
O yüzden şimdi, burada altını çizmek istediğim iki güncel nokta
var.
***
Birincisi...
Bazı dostlar ısrarla devletin artık eski devlet olmadığını; kendini
hücrelerine kadar yenileyip milletle buluşmaya çabaladığını
görmekten kaçınıyor.
O zaman ne oluyor?
Son olaylarda gördüğümüz gibi...
Her köşeye sıkışan veya çıkarları zedelenen kesim 90'ların, hatta
70'lerin klişelerine sığınıp paçayı kurtarmaya çalışıyor.
Bir bakıyorsunuz ki...
Hiç umulmadık kesimler bile "devlet berbat, millet aptal, elitler
harcanıyor" mavalını okumaya başlıyor.
Yok, kardeşim!
Ne kendini aldat, ne de başkalarını!
Küresel hegemonlar ve paralel yapıyla birlikte Türkiye aleyhine iş
çeviren ve bunu "muhafazakâr" veya "evrenselci" bir kisveye
bürünerek yapanlara "devlet/ millet"in sürgit yeşil ışık yakması
mümkün mü?