Tarih 1 Şubat 1979. Saat 9.30. Air France'ın Boeing 747 tipi
uçağı Tahran Havaalanı'nın ana pistine tekerlekleri değiyor.
Havaalanında büyük bir kalabalık var. Uçağın kapısı açılıp 14
yıllık sürgününden dönen Humeyni göründüğünde kalabalık çılgına
dönüyor.
Beklenenin aksine kısa bir konuşma yapıyor Humeyni ve "bu uğurda
kendini feda eden" din adamlarına, öğrencilere ve esnafa teşekkür
ediyor.
Sonrası mı?
Olaylar öyle hızlı gelişiyor ki, on gün sonra Şahpur Bahtiyar
hükümeti istifa ediyor; iktidar Humeyni'nin adamlarının eline
geçiyor.
Tabii bir nokta hep akıllarda kalmış, kulaktan kulağa
aktarılmıştır: Uçakta bir gazeteci Humeyni'ye "ne hissediyorsunuz?"
diye soruyor, o da beklenmedik bir kayıtsızlık veya nobranlık
izlenimi vererek sadece "hiç!" diyor.
***
Yok! Konumuz İran İslam devrimi değil.
Biliyorum, bazıları Feto'nun planının darbe başarılı olsaydı tıpkı
Humeyni gibi bir dönüş yapmak olduğunu yazıp çiziyor.
Fakat burada başka bir noktaya dikkat çekmek istiyorum.
"Üst akıl" denen şeyi ve Batı'nın dünyayı detaylarına kadar dizayn
etme geleneğini unuturuz.
Daha doğrusu, hep bir yolu bulunur, unutturulur.
İran devrimi elbette kitlelerin harekete geçirdiği dinamikler
sonucu ortaya çıktı.
Fakat olaylara kim yön ve şekil verdi, nasıl?
Geçen gün yılların gazetecisi Ardan Zentürk TV'de darbe ve işgal
kalkışmasını tartışırken "şimdi bana 1979'daki Guadalupe Zirvesi'ni
konuşturtmayın" dedi. Yüzde yüz haklıydı.