PAZAR SÖZLÜĞÜ
AĞAÇ. Karın tuttuğu ilk geceydi. Pencereyi açtım. Ona baktım.
Bana bir şey söylemek istiyor gibiydi ama işin içinden çıkamadım.
Neden bilmem, sekiz yıllık tanışıklığımız boyunca hiç yapmadığım
bir şeyi yaptım; fotoğrafını çektim. İki gece daha geçti. Bir
inilti sanki ve hemen ardından tok bir ses işittim. Fırladım
pencereye. Kökleri topraktan kopan koca çam boylu boyunca karların
üzerine uzanmıştı... Aklımda şöyle bir şey kalmış: Ormancılar
"ağaçlar yürüyüp gidemez ama endişe duyar" dermiş. Hissettiğim bu
muydu? Düşündükçe fena oluyorum.
BEKLEYİŞ. Roland Barthes'ın o müthiş saptaması: "Aşık mıyım? Evet!
Beklediğime göre."
DÜNYA OTELİ. Rüya işte!.. Lobi upuzun bir camın önünde uzanıyor.
Camın ardında masmavi bir gökyüzü var. İleride asansörlerin önünde
bir iki tanıdık var; beni fark edip el sallıyorlar. O sırada
resepsiyondaki genç anahtar kartımı uzatıyor. "Odanız hazır Haşmet
Bey" diyor; "yarına kadar istirahat edebilirsiniz!" Niye yarına
kadar? Kalma süremi onlar mı belirliyor? Pardon, diyorum,
otelinizin tam adı nasıldı, unuttum birden... Çok bilmiş bir edayla
cevaplıyor: "Dünya... sadece Dünya."
MÜZE. Müzeleri severim. Fakat dikkatli olmak gerektiğini de
unutmam. Çünkü bu modern kurumlar çoğu zaman bir "seri katil"
evinin mahzeni gibidir. Gelenek (geçmiş) yaşasaydı, müzeye gerek
olur muydu? Şimdi hatırladım da... Komünist Çin işgal ettiği Butan
Krallığı'ndaki tapınakları müze yapmıştı. Bakmayın siz, sanat
müzeleri dahi öyledir; hepsi kulağımıza "Tamam, güzeldi falan ama
eskidendi, geçti gitti!" diye fısıldarlar. Peki niye geçti? Neden?
Müzeler bu soruları sevmez.