BUNALIM. "Depresyon" kavramı çıktığından beri biraz demode... Eski "varoluşçu" havaları da söndü; Sartre'cı "bulantı"yla gündelik "bunalım"ın arası açılalı çok oldu. Kriz gibi bir şey sanki ama bir yandan da can sıkıntısını andırıyor. Diyeceğim şu ki, ara sıra da olsa, bu kelimeyi kullananlara rastladığımda dertleniyorum. Biz dilimize ne yaptık? Bir dil bu kadar yoksullaştırılır mı? Şimdi "bunalımda" olduğunu söyleyen kişinin halini gelin de anlatın... Buhranda mı? Gam, kasvet mi sarmış içini? Sıkıntı mı, huzursuzluk mu? Hüsran mı, kahır mı? Teessüf mü, yoksa teessür mü onu bu ruh haline sürüklemiş?
FRAGMAN. Hayatta da çekici/merak uyandırıcı olan fragmandır. Sonra film başlıyor. O da çoğu kez ya iyidir, ya kötü ya çirkin!
HİKÂYE. Niye hikâyeler anlatıyoruz? Hikâyesiz yapamıyoruz. Sosyal paylaşım sitelerinde "hikaye/ story/ snap" uygulamaları niye bizi bu kadar baştan çıkartıyor? Ursula K. Guin gibi usta bir yazara kulak vermek gerek belki de... "Hikâye kurmak dünyayı tutarlı olmaya zorlamaktır." Hikâye, kaos içinde tutunacak dal, dağınıklık içinde düzendir. Anlamsızlığı süpürür ve bize bir "hayat" verir. Kişisel mazimiz, tecrübemiz, bilgimiz şeylerin çoğu tam da bu yüzden "kurmaca"dır.
İT ÜRÜR, KERVAN YÜRÜR. Doğru yolda olanların ilerleyişi engellenemez anlamında kullanılan çok yaygın bir deyim. Bu doğru her dile getirildiğinde bana hüzün verir. Çünkü alttan alta hem kervana saldırının çoktan gerçekleştiğini, hem de "itliğin" kalıcı bir şey olduğunu hatırlatır.
TAHATTUR. Zihninde yeniden canlandırmak, yad etmek, hatırlamak, vd. Ahmet Haşim'in şu muhteşem mısralarını anlamak için epeyce yaş almam gerekiyormuş: "Bize bir zevki tahattur kaldı/ Bu sönen, gölgelenen dünyada."