Kalın kabuğunun en pürtüklü yerinden iki parmağımla tutup çektim.
Bazı yerleri bal rengi bazı yerleri koyu kahverengi ana gövde önce sakız gibi esnedi, sonrakalın kabuğun içinde saklanan tok yumuşaklık kopup ayrılıverdi.
Birden mis gibi taze ekmek kokusu yayıldı ortalığa.
Hamurun gözenekli noktalarından çekirdeği alınmış birkaç siyah zeytin tanesi döküldü.
Bir saçak dil peyniri, bir dilim domates ve bir lokma ekmek...
İşlenmemiş buğday ve ekşi mayanın benzersiz tadı damağımda kalıcı olsun istedim.
Sonra içimden bu anı yazmak geldi.
Keşke uzun uzun anlatsaydım.
Bu ekmekten, ekmeklerden, ekmeğin katıksız güzelliğinden bahsetseydim.
Nimetin cevheri, emeğin hası işte oradaydı.
Eskiden böyle şeylerden ne çok söz açardım. Şimdiyse bu konulara değinmek yanlış, yersiz bir şey yapıyor, gevşek davranıyor, çok daha önemli konuları atlıyormuşum gibi geliyor.
Varlığına hamd edilecek, yere düşmesine izin verilmeyecek, düştüğünde öperek kaldırılacak bir güzelliği kelimelerle ifade etmeye çalışmak yersiz, zamansız olabilir mi?