David Copperfield'i hatırlayanlar vardır...
Bir zamanlar onun illüzyon şovları tv kanallarınca kapışılırdı.
Çekici ve mübalağayla süslü bir stili vardı.
Gölde yürüdü, Çin Seddi'nin bir yanından girip öteki yanından
çıktı, Niagara Şelalesi'nin coşkun sularına kapılan tabut gibi bir
kutunun içinden sağ salim çıktı, vs.
Hatta Miami'de bir silahlı soyguna uğramış, yanındakiler paralarını
kaptırırken o yine illüzyon numaralarıyla cüzdanını
kurtarmıştı.
Sonra onu taklit eden çok illüzyonist (gözbağcı) çıktı. Şimdilerde
sanırım gençler bizde Aref'in, dışarda Dynamo'nun numaralarını
seviyorlar...
Uzun süre öğretmenlik yapmış bir arkadaş "onu bunu bilmem, en büyük illüzyonist Avrupa, hilelerini de bizim gibi ülkelerde yalap şap tarih eğitiminin yardımıyla gerçekleştiriyor" demez mi?
Anladık tabii ama açıkladı...
"Bugün iyi eğitim görmüş bir liseli çocuğa sömürge katliamlarının sorumlusunun Avrupa olduğunu, daha geçen yüzyılda dünyanın başına iki büyük savaş açtığını, o yere göğe koyamadığımız felsefesinin dahi beyaz ırkçılığa dayandığını anlatamazsın. Ama çocuk sana Avrupa'nın insancıllığı, medeniliği, adaleti üzerine uzun uzun konuşabilir. Ona göre kötü şeyler sanki tarih öncesinde kalmıştır. Şimdi söyleyin, şu illüzyonizm karşısında David Copperfield'in şovları solda sıfır kalmaz mı?" *** Öğretmen arkadaşımızın esas derdini tahmin etmişsinizdir.
Aslında toplumsal zihniyetimizin olgunlaşmasını engelleyen çok ciddi bir mesele.
Müfredatımız klişelerden öteye geçmekten korkuyor. Enerjik değil, zekice kotarılmıyor.
Tarihin kilometre taşları bir masal gibi anlatılınca bugünle bağlanmıyor, bağlanamıyor.
Hele İkinci Dünya Savaşı öyle üstünkörü öğretiliyor ki, asla kabul edilemez!
İki büyük dünya savaşını filmlerden öğrendiği için "senaryo" sanan kuşaklara "Batı'nın yalanları" deyince çırılçıplak bir gerçekten söz edildiğini nasıl anlayacaklar?