Yirmili yaşlarının ortasında...
Geleceğine dair hangi konu açılsa aynı cevabı veriyor: Korkuyorum, diyor.
Gelecek dediğimiz şey onun için bir ihtimaller ve imkânlar alanı değil, endişeler kazanı.
İstiyor ki zaman, tuşuna basılınca durdurulan bir saate benzesin.
Zaman dursun ya da şu içinde bulunduğu an bir sakız gibi uzadıkça uzasın istiyor.
Hep tanımadığı kişiler ölecekmiş, yaşlanmak hep başkalarının başına gelen bir arızaymış, ekmek parası hep tali bir konuymuş gibi...
Okul, yüksek lisans, öğrencilik hiç bitmeyecekmiş gibi...
Hafif flörtler, hafif kırgınlıklar, hafif hayal kırıklıklarının ötesinde hayatın yükü hiç ağırlaşmıyormuş gibi...
Şurada...
Boğaz kıyısındaki şu kahvede nasıl asudeyse hayat hep öyle sürsün istiyor.
***
Karşımda oturmuş bana endişelerini anlatıyor.
Upuzun bir liste.
Düşünüyorum da..
Daha çok genç..
Peki otuzlarındakiler farklı mı?
Nasıl bunca geniş bir kesim birdenbire minik seralarına âşık insanlar olup çıktı?
Üstelik o naylonlara sarılı ılık hava özgürlük sanılıyor ya, ona şaşıyorum.
Düzenim bozulur diye çocuk yapmaktan korkan çiftler...
Çocuğunun büyümesinden korkan anne babalar...
İşsizlikten ölesiye korkan ama bütün işlere burun kıvıranlar...
Sorumluluk getiren dostluklardan kaçıp eğlenceli arkadaşlıklara ağırlık verenler...
Orta sınıf tablosu dediğimiz şey biraz da böyle bir şey artık.
***
Daha yukarı yaşlarda nasıl mı?