"Yüzünü defalarca gerdirenlere kızıyorum" demiş Seda Sayan.
Sonra şunu eklemiş. "Surat bu! Ananın don lastiği değil ki! Fazlası tabiata aykırı!"
Seda Sayan bu!
İlk bakışta, kendisine yöneltilen tedirgin edici bir soruyu derhal zararsızlaştırmış ve lafı kendi çapında gediğine koymuş!
Fakat durup düşünen biri için "fazlası tabiata aykırı" ifadesi akla takılıveriyor.
Azı uygun mudur?
Ya da bir yüz şu veya bu yolla gerilebiliyorsa eğer, bu imkân da tabiata dahil sayılamaz mı?
Her şeyin azının karar, fazlasının zarar olması tabiatla mı, yoksa davranışsal ahlakla mı ilgili?
***
Ben modern insanın tabiat üzerine atıp tutmalarına bayılıyorum.
Hepsi de tabiatı değil, aslında bizi anlatıyor.
İnsanı yani, insan tabiatını (fıtratını) ve elbette ondan da fazlasını dile getiriyor.
Tabiat kavramı çatışmalarımızı, endişelerimizi, kendimize karşı körlüklerimizi, hayallerimizi ve hayal kırıklıklarımızı dile getirmek için en iyi saklambaç alanı olup çıktı.
Natürel makyaj diye bir şey var mesela...
Tonla kozmetik malzemeyle makyaj yapmamış gibi gözükeceksin fakat bir yandan da hiç makyajsız haline asla benzemeyeceksin!
Hele dillere pelesenk olan o feci laf hani; "tabiatla bütünleşmek!"
Gözünüzün önüne getirin...
Sırt çantamızı, mataramızı, pusulamızı alıyoruz; en son moda "outdoors" kıyafetlerimizi giyiyoruz, rotayı ince ince hesaplıyor ve sonra dere tepe yürüyüşe çıkıyoruz. Niçin? Tabiatla bütünleşmek için...
Oysa insan böyle bir yürüyüş boyunca her adımında tabiattan ayrılıyor. Neden? Çünkü etrafına yönelttiği her bakış kültürünün derinliklerinden geliyor.
***
Tabii en acıklı yanımız da...
Bütün meselelerimizi "görüntü" alanına hapsetmiş olmamız.
Fit bir bedeni, kırışıksız bir yüzü nasıl şiddetle istiyorsak, "ormanların içindeki gümbürtü"den de o kadar uzak kalmak istiyoruz.
Bütün istediğimiz...
Şık ve çekici bir fotoğraf olarak insan.