Geçenlerde çok yoğun ve yorgun bir tur rehberiyle tanıştım.
Turdan yeni dönmüştü. 12 günde on ülke gezdirdiği bir Avrupa
turundan.
Kulaklarıma inanamadım.
Zihnimde ister istemez şöyle bir tablo oluştu: Dehşet bir
koşuşturmaca içinde, uçağa, otobüse, şuraya buraya yetişme
telaşıyla geçen ve hiçbir yerin gerçekten görülemediği
günler...
Rehber arkadaşım, "çizdiğin tablo doğru fakat herkes
memnun kalıyor" dedi.
Nasıl yani?
Yüzümdeki ifadeyi görünce güldü ve şöyle açıkladı: "Nihayetinde on
ayrı ülkede çekilmiş fotoğraflarla evine dönüyorsun. Bu durum
özellikle tura katılan genç çiftlerin çok hoşuna gidiyor.
Zaten bir müzeden veya otantik bir mekândan içeri girip bakmak
isteyen çok az.İyi ve mesut bir fotoğraf çekildi mi, maksat hasıl
oluyor."
Artık sosyal medya çağındayız.
Haplaşmış fikirler, uzaktan sevmekler, zahmetsiz paylaşımlar ve
fotoğraf karelerinde dondurulmuş hayat
kırıntıları çağında...
Şikâyet edecek halim yok. Kargaşasından yılıp terk
ettiğim facebook'u bir yana bırakırsam ben de sosyal medyayı,
hele instagram'ın nispeten dingin atmosferini çok
seviyorum.
Fakat görmeden, yaşamadan, tatmadan, hissetmeden sadece
fotoğraflayarak yaşamaya aklım yatmıyor.