Pazar sözlüğü:
ACI. Derin bir kesik. Sürekli acıyor ve hiçbir merhem üzerini örtemiyor. İnandığımız gibi yaşamakla mecbur bırakıldığımız gibi yaşamak arasındaki uçurumdan bahsediyorum.
BAĞLILIK. Kaldı mı? Ya bağımlılık ya ayrılık çağındayız. "Tut şu ipin ucunu!" desen, ya boğazına geçiriyor ya da "elim acıdı, kolum yoruldu" deyip bırakıp gidiyor.
BİSİKLET. Zamanında "Otomobil icat edildiğine göre yayalar ebediyen kaybetmiştir" denilmişti. Doğrudur. Fakat bisikleti ayırmak gerekir. Onun yeri bu kayıp/kazanç çizgisinin dışındadır. Otomobil reklamlarında dikkatimi çekiyor: Bozdukları dünyanın dışına taşıyorlar bizi. Dağ başlarına, dere kenarlarına, orman yollarına... Oysa abartmaya ne gerek var! Biz hemen şuracıkta, mahallenin orta yerinde "keyiflenmeyi" istiyoruz. Mesela fırından aldığımız ekmeği bisikletin sepetine koyup lastiklerin çıkardığı "ssssss" sesini işiterek hafif yokuştan aşağı pedalları koyvermek gibisi var mı?
CESARET. Bazen korkudan kendini öldüren korku, bazen apaçık iman... Ben "yenilgisi ve zaferi olmayan cesareti" ayrı severim. Ahir zamanlara özgüdür. L.Durrell ona "inançsızlıkla lekelenmemiş umutsuzluk" demişti.
ÇEŞME. Tenha bir sokağın köşesinde karşıma çıkıyor. Aslanın ağzından berrak bir su aşağıdaki mermer yalağa akıyor. Bir güvercin gelip neşeli bir telaşla kanatlarını yıkamaya başlıyor. Yer Roma. Bazen o görüntüyü çok özlüyorum... Oysa İstanbul'un akan çeşmelerini hafızamda taşımayı isterdim. Aklıma estiğinde gidip o sokağı bulmak ve yüzüme su vurmak ne güzel olurdu!