Dünya görüşlerine uzak olduklarımızla dünyada hep yakın, hep iç
içe olmak...
Kafa yapılarına karşı olduklarımızla aynı heva ve heveslere
kapılmak...
Hiç sevmediklerimizle tıpatıp aynı kültürel değerlere
bağlanmak...
Listeyi uzatabiliriz.
Ama şurası açık...
Bütün bunların lafının edilmesi bile bizi fena halde kızdırır.
Kızılmayacak gibi de değildir.
Sen kalk, inancını, aklını, kalbini, hülasa bütün zihinsel/
duygusal yatırımını "doğru olmak" üzerinde değil de, "farklı olmak"
üzerine yap ama içinde yuvarlandığın çark döndükçe başkalarıyla
aynılaşacağını unut!
Tam bir hafta önce bu köşede...
"Herkes aynı, hepsi birbirine karşı" başlıklı biraz sert kaçan
yazımda ne demiştim, hatırlayalım mı?
"Benim inancım başka" deyip tembellik yapanlar; "ben çok farklı
düşüncedeyim" havası atanlar; "kalbimdekileri ben bilirim,
başkasından bana ne!" savunmasıyla ortalığı dağıtanlar, aynı hayat
tarzına meftun olduklarının farkında değiller.
Şimdi biraz daha açabilirim...
Soru şudur: Nasıl yaşıyorsun?
İbadetlerini alışkanlık, ahlakını ahlakçılık, düşüncelerini
gösterişçilik dairesinin içine kapatan yolu terk etmek bu soruyla
başlar, arkası da şöyle gelir: Nasıl çalışıyorsun? Neye kazanç,
neye kayıp diyorsun?
"Modern hayat tarzı" tartışmasının belkemiği tam burasıdır.
Biliyorum, çok zor konu.
Ama hesaplaşmak zorundayız.
Günümüzde ruhlarımızı törpüleyen bir numaralı alan "iş"tir;
çalışma hayatıdır, yani medarı maişet çarkıdır.
Hayatlarımızın hükümdarı odur.
O yüzden de "iş aklı" neredeyse dokunulmazlık kazanmış ve giderek
iktisadi ahlakın yerini almıştır.
"İş bunu gerektiriyor" veya "önce kazancımıza bakalım da..."
tipinden savunmalar ve aynı başarı modelleri bütün
çıkıntılıklarımızı düzleştirir.
Neden Marksisti, muhafazakârı; sağcısı, solcusu; rockçısı,
türkücüsü iş hayatında biraz ilerleyince "al birini vur ötekine"
tipler olup çıkıyor, sanıyorsunuz?