"Ah, kimselerin vakti yok durup ince şeyleri anlamaya" demişti güzel kalpli şair.
Hani öyle yumuşacık bir şiir de değildir.
Bütün ince "türküler"in geceye kalışına, gündüzlerimizin kavga gürültüyle geçişine yakılmış bir ağıttır.
Şairi anlıyorum.
Tamam da!
Geçtim incelikleri...
Fakat en "kalın" çizgileriyle iyi, anlayışlı, şefkatli olmak...
Görevini görev gibi yapmak...
Azıcık özen göstermek...
Küçüklerimize sevgi ve sevinç duygusunun gücünü aktarabilmek falan...
Çok mu zor?
Geçen gün evladı "hiperaktif/ otistik" olarak tanımlanan bir anne anlattı...
Oğlu okulda, özel eğitim sınıfında..
Ne talihli diyeceksiniz, çünkü nice otizmli çocuk bu imkânı da bulamıyor.
Ama bir de şu sahneye bakın...
Anne okula gidiyor.
Çocuklar teneffüste. Oğlunun da teneffüse çıkartılmış ve belki oyun oynuyor olma ihtimaline seviniyor.
Öğretmeni görüp oğlunu soruyor.
Öğretmen uzağı işaret ediyor parmağıyla.
Anne parmağın işaret ettiği yere gidince ne görsün!
Çocuklar oğlanın etrafında toplanmış "deliiii, deliiii" diye tempo tutuyorlar.
"Çocuklar yapmayın" diyor; cevap "teyze bu çocuk deli" diye geliyor.
Hem şaşkın, hem de kırgın bir halde dönüp öğretmene bakıyor.
Öğretmen kayıtsız bir "seyirci"nin rahatlığı içinde gülümsüyor.