"Yalan söylüyor" dedi.
En yakın arkadaşından söz ediyordu.
Kırgındı. Kızgındı.
Nereden anladın, diye sordum.
Hiç duraksamadan cevapladı: "Gözlerinden tabii!"
Hiç yeri değildi belki ama güldüm ve "demek ki, yalan
söyleyemiyormuş" dedim.
Bu fikrime katılmadı.
Çünkü yalanın ne kadar iyi saklanılırsa saklansın, gözlerden şıp
diye anlaşıldığına inanıyordu.
Eskiler buna inanmakta haklıydı belki ama bu yaygın kanaat
günümüzde geçerli olabilir mi?
Sosyopati çağındayız.
Nerdeyse bütün bakışlar kurgu.
Üstelik ortalık durmadan yalan söyleyip kendi yalanına inananlarla
kaynıyor.
Böyle bir çağda saklayamayan, mahcup olan, itiraf eden gözlerin
peşinde koşmak ne yorucu bir çaba!..
***
Kendimiz yalan söylersek, hep "pembe" veya "beyaz"
mazeretlerimiz vardır ama bize söylenen küçük yalanlar bile
ağırımıza gider.
Çünkü her yalan bizzat hayatı şüpheli kılar.
O yüzden "pinokyonun burnu" gibi açık bir işaret veya bir yalan
dedektörümüz olsun isteriz. Bakıp hemen "hıh, işte yine yalan
söyledi" diyeceğimiz bir şey.
Gözlerin doğruculuğuna da böyle inanmışızdır.
Burnun kaşınmasına, kulak memesinin ovalanmasına falan da...
Bunda biraz da hafiye işi bir heyecan vardır.
Gerçek şu ki, uzmanlar artık gözlerin doğru söylediğine pek
inanmıyor. Araştırmalar yalancının mumunun yatsıya kadar gözlerde
de yanmaya devam ettiğini gösteriyor.