Pazar günlerini saymazsak...
Bu köşede epeydir, "insan"dan konuşamıyorduk.
Siyasal/sosyal gündem öylesine sıkıştırmıştı ki...
Modern insanın hinlikleri ve
sersemliklerinden, endişelerinden ve sevinçlerinden ve
elbette bir silah gibi kullandığı o uzun "dil"inden konu
açamıyorduk.
Fakat o zaman da siyaseti bir yere kadar anlayabiliyorsunuz.
Kafanıza dank eden siyasal/sosyal gerçekler ses çıkardıklarıyla
kalıyor.
Bakınız, eski amiral gemisinin meşhur pop sosyologu dün iktidarı
"kalp kırmadan gönülfethetme"ye çağırmış.
O halde, soralım...
Bu beyefendi kalpten ne anlıyor olabilir; gerçekten
bir "gönül" sahibi olabilir mi?
Ah! Tabii bu soruların cevabını aradığınızda işler nasıl da
karışıyor.
Hatta bu soruların cevabını aradığınızda demokrasi ve iktidar
kavramlarına bile derinden bakma imkanı ortaya çıkıyor ki, çok
rahatsız edicidir. Çünkü bakanın gözleri kararır.
Mesela "hep bana, hep bana" diyerek yaşayanların gönlü var
mıdır?
Yirmi küsur yıl medyanın tepesinde durup hükümetler devirip
hükümetler kuran; ömrü sermaye ve bürokratik oligarşiyle
pazarlık yaparak geçen biri toplumda oluşan kalp
kırıklıklarını gerçekten ciddiye alıyor olabilir mi?
Hazlarının kulu kölesi olanlar gönüller fethetmenin ne anlama
geldiğini bilebilir mi?
Geçiniz!
Neyse daha fazla kişiselleştirmeden anlatayım...
Bütün Nişantaşı, Ulus, Çankaya tayfasının bayıldığı tasavvuf piri
dahi gayet açık ifade etmiştir zamanında: "Varlığını
masivadan temizlemeyende gönülden eser yoktur!"
Yani görünür madde alemiyle haşır neşir olmaktan başını
alamayan biri ne anlar gönülden ve başkalarının gönlünü
fethetmekten?
Meselenin demokrasi ve toplumsal iktidara derinden bakmak ile ilgisinden söz etmiştim değil mi?