Kitapçıdaki rafların en havalı noktasında o başlık dikkatimi
çekti: "Anda Kalmak."
İçimden "hâlâ mı?" diye geçirdim; "geçmemiş miydi bunun
modası..."
An nedir ki?
Bu cümleyi içimden geçirdiğim süre...
Şu sıralarda okur yazar kitle (herhalde psikolojik / zihinsel çözüm
arayışlarını tükettiklerini sandıklarından olsa gerek!) şimdi de
"beyinciler"in kapısını çalmaya başladı ya, bir de öyle
söyleyeyim...
An denilen şey, beyin / nöroloji deneylerine göre en fazla üç
saniyelik bir farkındalık...
Fakat esas derdimiz başka tabii...
Şimdiki zaman tecrübemizi uzatmak, yaymak, genişletmek
istiyoruz...
Bu yüzden de bize "akıp giden zaman yok, birbirine eklenen anlar
var" diyen geleneksel hikmetin içinden kelimeyi çekip aldık, modern
züppeliklerimize yem yapıyoruz.
Hinlik ile saflık yan yana.
Önce işin hinlik tarafına bakalım...
Hiç öyle süslü kelimelere, "Kişisel Gelişim" gevezeliklerine takılmayın...
Gerçekte olay şu: Geçmişe boş vermek ve geleceği bir tarafına takmamak isteyen bencil ve tuzu kuru bireycilik "anda kalma"ya çalışıyor.
Aslında uzun tutulmuş bir "keyif kültürü" arayışından başka bir şey değil.
Gelsin aforizmatik kitaplar, türlü çeşitli kurslar, meditasyonlar falan...
Ama kovaladıkça kaçar zaman.
Durdurmak istedikçe akar.
Hele gelecek endişesini savuşturmak kolay mı? *** Bir de olaya az çok doğru yerinden yaklaşanlar var; iyi niyetliler, "saflar", değer bilenler...
Esas onların arayışı üzerinde durmalıyız.
Şu bildiğimiz "an" öyle uzatılıp yaşanamaz ama ne yapıyorsak, hakkını vererek yapabiliriz.
Mesela geleneğin dediği gibi...
Çay demliyorsak, sadece çay demlemeli, zihnimizi fokurtusuna odaklamalı, tadındaki lütfu sonuna kadar hissetmeliyiz.
Bir kıyıda oturmuş denizi seyrediyorsak veya bir işin sorumluluğunu üstlenmişsek de aynı şey geçerli. Peki zihni oraya buraya dağılmadan hiçbir işe girişemeyen günümüz insanı bu işin altından kalkabilir mi?
Mesela bir kez olsun, çay fokurdarken cep telefonundaki biplere ve sosyal medya paylaşımlarına bakmadan demlenmesini bekleyebilir mi?