Öyle bir dünya ki, durmadan kalpten söz ediliyor fakat çok
kalpsiz!
O yüzden merhamet de hızla nostaljik bir duyguya
dönüşüyor.
Geçen gün Uluslararası Göç Örgütü Tayland, Endonezya,
Malezya arasındaki denizde tamsekiz bin kaçak göçmenin mahsur
kaldığını açıkladı.
Çoğunluğu Myanmar'daki zulümden kaçıp başka topraklara sığınmak
isteyenMüslümanlar.
Geçen pazar...
Yani biz mayıs güneşinin güzel ışığı altında güzel bir hafta sonu
tatili geçirirken... Dün... Yani dünyanın gelişmiş ülkelerindeki
işyerlerinde herkes birbirine "Pazartesi sendromu" hakkında hoş
esprilerle takılırken...
Bu teknelerdeki çoluk çocuk idrarlarını içerek susuzluklarını
bastırmaya çalışıyordu.
Dün BBC'nin geçtiği haberde mürettebatı tarafından terk
edilmiş, iki aydır deniz ortasında sürüklenen bir teknedeki
yiyecek kavgasında yüz kişinin öldüğü söyleniyordu.
Malezya ve Tayland donanmasının ürkütücü gemileri bazıları fındık
kabuğu kadar olan bu teknelerin kara sularına yaklaşmasını önlemek
için çevrelerinde devriye geziyor.
Şu yazdığım satırlar bile klavyenin tuşlarına bastığım
anda yalan oluyor. Çünkü bu olaylar
karşısında sızlanmaya değil, çare olacak eyleme ihtiyaç
var.
Birleşmiş Milletler nerede?
Bu da boş soru...
BM ne için var, diye sormanın anlamı yok!
Bal gibi biliyoruz ki, veto hakkına sahip beş ülkenin politik
şov alanı bu teşkilat.
Sorunları çözmeye yanaşmayan ama gözetlemeye yarayan bir
bürokrasisi var.
Ondan ötesi de pek havalı arazi araçlarıyla uzun konvoylar
oluşturarak dolaşıp durmak ve tonla para harcayıp kuş kadar
fayda yaratmaktan ibaret...