Daha filmin başlarında...
Etleri kurumuş yaşlı devenin kasabın elinden kurtulup koşa
koşa Hz.
Amine'nin evine varıp da arkasından Resulullah'ın süt
annesi Hz. Halime'yi sürüklediği sahnede koyverdim
gözyaşlarımı...
Zaten Peygamberimizin çocukluğunu anlatan bir filmde tersini yapmak
çok zor.
Bir kere anneliğin, şefkatin, hasretin filmi.
Ve onca Hollywood klişesine rağmen yetimliğin;
"kırık kalpler"in anlatıcısı olmayı da başarıyor.
Henüz filmi seyretmemiş olanlara teklifim şudur...
Önce kalbinizi "Hz. Muhammed:
Allah'ın Elçisi" filmini kucaklamaya bırakmalısınız. İşin o yanında
güzel şeyler var çünkü!
Ama ardından ehl-i sünnet açısından filme yapılan
itirazları ciddiye almakta ve kafanıza takılanları
bilenlere sormanızda fayda var.
Üstelik bu film bir üçlemenin ilk ayağı.
Hiç şüphesiz, sonraki filmler daha ciddi problemler içerecek, daha
çok gürültü kopacak.
İşin doğrusu şu ki...
Filmin Şiilere özgü siyer anlayışına ve "mesihçi" imajlara bağlı
kalmasında şaşılacak bir şey yok!
İranlı bir yönetmenin, üstelik Hamaney'in yakın takibi ve
onayıyla çektiği bir filmden başka ne beklenebilirdi?
Benim asıl yadırgadığım başka bir şey oldu.
Mecid Mecidi gibi bir yönetmenin bile "büyük konular büyük
sahneler ister; büyük konular büyük prodüksiyonlar gerektirir"
anlayışına teslim olacağını hiç tahmin etmezdim.
Bu maalesef bizde de yaygın bir yaklaşım.