ARINMAK. Kimilerince el üstünde tutulan bir kavram. Kırıyorlar,
döküyorlar. Bencillikte, hınçta, hasette zirvedeler.
Günahlar havuzunda su topu maçları falan... Derken bir
bakıyorsunuz, spa'ya gider gibi "arınma"ya gidiyorlar.
Ne tövbe var, ne pişmanlık, ne ıslahat var, ne tasfiye. Toksin atar
gibi geçmiş hataları atıp yenilerine hazırlanıyorlar...
Şunu da ekleyeyim: "Arınmak" bazı yerel ağızlarda "taşınmak"
anlamını taşır.
Çok severim bunu. Çünkü öyledir; gerçekten arınmanız için çoğu kez
bulunduğunuz "yer"den taşınmanız gerekir.
DOMATESLİ PİLAV. "Hala iyiyiz, dünya her şeye rağmen bazen çok
güzel, hala birbirimizi seviyoruz" demenin yemekcesi.
KAHVALTI. Kahvaltı etmeyenlerin güne tam anlamıyla başlamaktan
derin bir korku duydukları söylenir.
Yani sadece kahvaltıyı geçiştirmezler, günü de geçiştirirler.
(Ben de onlardanım!) Javier Marias bir romanında bu tiplerin
rüyalarını da henüz uyanmamış gibi anlattıklarını iddia eder.
MODA. İmkansız uzlaşma... Simmel'in deyişiyle "bir yanda toplumsal
eşitlik özlemi, öte yanda bireysel eşitsizlik arayışı" var.
Moda dediğimiz şey bu iki ucu uzlaştırmak için çırpınıyor. Oluyor
mu? Hayır! Fakat iyi aldatıyor!
PARAMPARÇA. 2002 yılıydı sanırım. Müslüm Gürses'in "Paramparça"
yorumuna ısınamadığımı yazmıştım. Geçen bir daha dinledim.
Hala aynı kanıdayım. Müslüm Baba'nın "tüm sevdiği kadınlar"la ne
işi olur, o "sevdiği biricik kadın"a şarkı söyler. Şarkı tam
anlamıyla Teoman şarkısı ve o söylerken güzel. Ancak huysuz ve
huzursuz şehirli erkekler "telefona sarılıp tüm sevdiği kadınlardan
son bir özür dilemeye" kalkışır. Hem o irkiltici ve pürüzsüz
beyazlıktaki "tüm" lafı var ya, kilit o işte!