Hep öyledir!
Tam hamdık piştik, olduk; bundan sonrası iyi gelir dediğimiz sırada
içimizde bir yerlerçürümeye başlar.
Tam kesinkes kazandık, şimdi rahatça ilerleyebiliriz dediğimiz
noktada adımlarımız sarsaklaşır; dayanışan
omuzlarımız birbirinden ayrılır.
Büyük davalardan konuşurken problem gözükmez. Sıra kişisel davalara
gelince küçük ödünler; küçük hırslar, küçük yalanlar, küçük
kavgalar kurt gibi kemirir.
Bir de atmosfer diye bir şey var tabii.
Bazen "gündelik hayatın iklimi" olarak açıkladığımız şey.
Orada solcusunu, sağcısını; liberalini muhafazakârını aynı
rüzgârlar sarsıyor, üşütüyor. İş gailesinin hapishanesine ise
hiç değinmeyeyim.
Sonuçta ortaya çıkan tablo şu...
"Okumuş insanım; her şeyi çok iyi bilirim, aydınım, aydınlatırım,
öğretirim, yazarım, çizerim, özelim" havasından geçilmeyenlerin şu
sıralardaki hali iyi değil.
Hep bir dolap çevirmece...
Sürekli karnından konuşup kendini yere göğe
koyamama...
Bitmez tükenmez bir hırs ve haset...
Haydi kendini muhalif diye adlandıran "aydınlar" tayfasının
reflekslerini biliyoruz, ezberledik. Uyanıktırlar; sırf kültürel
iktidarı ellerinde tutmak için bile muhalif geçinir, öyle
yaşar giderler.
Onları anladık da...
Bizim taraftaki "okumuş çocuklar"a noluyor?
Bir "yırtma" ve yer kapma telaşı ki, hiç muhafazakâr falan
değil!
Öyle odaklanmışlar ki, "işler"ine...
Gözleri ne paralel tehlikesi görüyor, ne de milletin halini!
Varsa yoksa sermayenin şekerlisi, "analiz"in kibirlisi...
Bin dereden su getirip siyaseti yine "seçkinlerin işi" kılma
çabası...