Pazar Notları
"Günler gelip geçiyor" diyor.
Sıkıntılı. Gözlerini kısıp benden başka bir tarafa bakıyor.
Uzaklar görünüyormuş da oralara bakıyormuş gibi... O zaman
anlıyorum.
Kastettiği günler değil, zaman değil. Yaratıcı'nın rızasına uymuş
olmanın gönül rahatlığı mı peki?
Hiç değil... Basbayağı sürüklenmekten söz ediyor. Günlerle birlikte
sürüklenip gitmekten...
***
Bitmek tükenmek bilmeyen endişeler, insanı hiç emekli etmeyen maddi
ödevler, ödenmeyi bekleyen faturalar, artık avutmayan
avuntular...
"İşin içinden çıkamıyorum" diyor.
Dilimin ucuna gelen sözleri yutuyorum.
Biliyorum, çok hakiki bir derdi var. Fakat nasıl anlatsam,
bilemiyorum: Geçmiş onlarca yılda "işin içini" hiç mesele edinmedi
ki! Bir an bile durup "na'pıyorum ben, biz na'pıyoruz, nereden
gelip nereye gidiyoruz" diye sormadı ki!
***
Her iki lafın arasında... Her hatanın, her yalanın, yol açtığı her
haksızlığın sonrasında... "Allah beni biliyor ya!" diyor, kalbinin
temizliğinden falan dem vuruyor. Kimse de "tamam ama sen kendini
bilmiyorsun" demiyor. Desek, iyi olacak!
***
Sürekli neleri sevmediğini anlatıyor.
Şunlar, bunlar, şu kimseler, bu kimseler, şu yerler, bu yerler...
Liste uzadıkça kendisi de sevilecek biri olmaktan çıkıyor, farkında
değil.
***
"Tatile çıkmalıyım" diyor; "iki günlüğüne de olsa, bana iyi
gelecek." Gülümsüyorum. Yola çıkmalıyım, uzaklaşmalıyım dese, belki
biraz hak vereceğim ama adı üzerinde "tatil" işte! Ara veriyor.
Kısacık veya uzun ama sadece bir ara... Aslında hepsi aynı:
Uzaklaşsan da, dönüyorsun; tatile çıksan da bitiveriyor. "Orada"
değil, olacaksa burada iyi olmalıyız.
Anlatmaya başlıyorum. Sonra vazgeçiyorum.