Hatırlıyorum, 90'lı yılların ortalarıydı...
Seküler kesim her Kurban Bayramı'nda eti ilk kez görüyormuş gibi
yapıyor, kan görünce fenalık geçiriyordu.
Dindarlar ya içlerine kapanmışlar ya da sekülerlere hoş göstermeye
çalışmak üzere kurban bayramını "hayır işi" gibi yansıtır
olmuşlardı.
Hepsini geçtim, kurban kesimindeki hataları tartışıp durmaktan sıra
kurban geleneğinin köklü anlamını konuşmaya bir türlü
gelemiyordu.
Yeni Yüzyıl gazetesindeydim o zamanlar.
Ve belki çapımdan büyük bir işti ama...
Oturup kurban geleneği ve vahiydeki yeri üzerine bir yazı kaleme
aldım. Epey gürültü koparmıştı. Başlığı da hâlâ aklımda: "Korkup
sakınanların şiddeti."
O günden sonra her bayram geldiğinde köşemde kurbanın hem
antropolojik hem de İslami anlamlarını konu etmeyi sürdürdüm.
***
Kurbanın bir yanı toplumsal barışa dair sembolik anlam taşır,
öte yanı hayatımızda "asla kopamam" dediğimiz şeylerden
fedakârlığımız üzerine bir teslimiyet imtihanıdır.
(Hani Şeriati'nin meşhur yazısındaki "Kimdir senin İsmail'in?"
sorusu...)
Bir de şu malum riyakârlar var tabii...
Sabah akşam Dexter dizisi izleyen herifler, ABD'de yaşasalar seri
katillere aşk mektupları döşenecek kadınlar kurbanı "ilkellik" ve
"vahşet" olarak görür demediklerini bırakmazlar ya hani, ona hasta
oluyorum.
Ben çok sevdiği kınalı kuzusunun bayram sabahı kurban edilişini
gören kuşaktanım.
Bizlerden hiç Hannibal Lecter gibi yamyamlar falan çıkmadı.
Kuzumuzun kanı alnımıza sürüldü diye hayvanlara eziyet edenlerden
olmadık.