Kışın ortasında azıcık güneş açtı ya, yine o güzelim kuş
cıvıltılarıyla güne başlar olduk.
Fakat baktım da, balkona irili ufaklı kuşlar için koyduğum farklı
yemlere dokunan olmamış.
Oysa daha geçen yıl mısırları, ekmek parçalarını, yemleri hapur
hupur götürürlerdi.
Artık eminim; bu şehrin kuşlarıyla insanları arasındaki bağ
koptu.
Ağaçların bile en tepedeki dallarına konuyor, sanki aşağılara
inmekten korkuyorlar.
Cebinde sapanla dolaşan çocukların çağında bile insandan bu kadar
korkmaz, bu kadar kaçmazdı kuşlar.
Böyle böyle zihnimizden de silinip gidiyorlar. Muğlak, yekpare ve
uzak bir terim olarak "kuş" diye bir şey kalıyor geriye.
Kuş seslerini seven ama kuşları sevmeyen; hatta bilmeyen bir toplum
olmak acıklı değil mi?
Birkaç yıl önce BBC kuş sesleri yayınlayan bir radyo kanalı açmıştı
da, bir anda on binlerce dinleyici toplamıştı. Radyoyu dinleyenleri
farklı kuşların farklı sesleri üzerine bir merak sarmıştı.
Bizde olur mu? Sanmam.
Çünkü dikkatimizi vermek, yoğunlaşmak noktasında çok zorlanıyoruz.
Huzursuz, hiperaktif, zihni dağınık insanlar olup çıktık.
***
İşin aslı şu; bakmıyoruz kuşlara...
Ama onlar bize bakıyorlar ve anlıyorlar anlayacaklarını.
Geçen gün tesadüf eseri ilginç bir makaleyle karşılaştım.
Ethologlar (hayvan davranışlarını inceleyen bilim dalı) şehir
kargalarının insanlarla çok yoğun bir göz teması kurduklarını ve
sık karşılaştıkları insanlara ilişkin bir tür "hafıza"
biriktirdiklerini iddia ediyorlardı.
İster istemez, geçmişte birbirimize kargaların "zekâ"sı üzerine
gerçek hayattan hikâyeler anlattığımızı hatırladım.
Şimdi gençlere "karga çok muzip bir hayvandır" deyince, uyduruyorum
sanıyorlar.
Martılara simit atma romantizmi(!) de olmasa, kuşların
hayatımızdaki yeri şiirler, şarkılardan ibaret kalacak.