Bir arkadaşımın annesinden duyduğum bu söz günlerdir zihnimden çıkmıyor.
Yazı köyde geçirecekler diye şehirdeki evlerinin buna şimdiden küstüğüne o kadar emin ki...
Çünkü nasıl ev ahalisiyle, konu komşuyla konuşuyorsa, eviyle de konuşup halini hatırını soran biri.
Artık yabancısı olduğumuz bir muhabbet kültürünün insanı...
Ve şimdi evindeki eşyaların, kapıların, pencerelerin, duvarların nasıl suskunluğa gömüldüğünü yaşayarak biliyor. *** Geçen cumartesiler sürekli "dinlemek" meselesini konu ettiğimi hatırlarsınız.
Yalnız birbirimizi değil, dünyayı, tabiatı, şehirleri, eşyaları da dinlemiyoruz, demiştim.
Ama aklımızdan bile geçirmiyoruz böyle bir şeyin mümkün olabileceğini...
Oysa dinlesek işitiriz.
Ama konuşmayan nasıl duysun?
Durup bakmayana neden hal hatır açılsın?
Belki içinizden "şairane" laflar bunlar diye geçiriyorsunuz şimdi; demode belagat sayıyorsunuz.
Eh, bir çağ geldi...
Çeyizinden kalma ceviz sandıkla ve bahçedeki söğütle saatlerce konuşan ninemizin akıl sağlığından şüphelenen çocuklar haline getirdiler hepimizi.
Böyle böyle yoksullaştı hayatımız.
Böyle böyle bazen aşırı sosyal fakat tahayyül gücü alabildiğine zayıf insanlar olup çıktık.
Candan kulak verdiğimiz tek şey müzik belki. O bile doğru düzgün cümle kurmaz oldu; hangisi melodi, hangisi nabız gibi ritim, hangisi parazit ayırt edemiyoruz, yalan mı? *** Çocukken, siz de "kuş dili" oyunu oynar mıydınız?
Benim "tarih öncesi"ne ait çocukluğumda çok yaygındı. Şimdilerde de varmış, öğrenince şaşırdım.
Bir üniversite araştırmasında gördüm. Çoğunluğu kız olan öğrencilerin yüzde altmışı kuş dilini konuşmuş ve konuşmaktaymış.
Ne ilginç değil mi?
Kuş dili diye bir gizli anlaşma yolu, hatta eğlenceli bir "zekâ oyunu" uydurmuşuz.
Ama kuşların dilini umursamaz olmuşuz.
Hangi kuş ne zaman, nasıl, niçin öter? Bilenler yok denecek kadar azaldı.
(Bilim/uzmanlık konusu oldu mu bir şey toplumdan elini ayağını çekiyor.)
Oysa hakikaten kuşların dilini merak etseydik; Süleyman'ın hikmetini sual etseydik, Attar'ın eseri "Doğu Klasikleri"nden biri olarak rafta kalmasaydı...
Bilseydik, cümle mahlukatın bizimle konuşmak istediğini...
Dağların, taşların sohbetine inansaydık...
Her şey nasıl güzel ve farklı olacaktı.